5 Ağustos 2017 Cumartesi

NEWYORK ÜÇLEMESİ Paul Auster

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 382

Auster'ın kitaplarını peşpeşe okurken en fazla kopukluk yaşadığım kitap New York Üçlemesi'ydi sanırım. Cam Kent, Hayaletler ve Kilitli Oda adlarında üç kısa romandan oluşan kitabın ilk bölümünü okuduktan sonra sıkılıp devam etmek istemedim, diğer romanlar bittikten sonra tekrar bu üçlemeye dönüp tamamladım.

Cam Kent, ilk hikaye. Özel dedektif Quinn'e, Paul Auster'la görüşmek istediğini söyleyen bir telefon gelir. Quinn, o olmadığını söyler ama birkaç gün sonra tekrar arandığında konuyu merak ederek Paul'ün yerine geçmeye karar verir. Peter Stillman adında bir adamı, hapisten çıkmak üzere olan sadist ve hain babasından koruyacaktır. Dedektif, Baba Stillman'ı bularak onunla birkaç defa görüşür fakat durum düşündüğünden daha da karmaşıklaşınca kendini olayların içinde bulur..

Hayaletler, ikinci hikaye. Beyaz, özel dedektif Mavi'den, Siyah'ı izlemesini ister. Bu işe koyulan Mavi, bir süre sonra kendisini de bir başkasının izlediğinden şüphelenmeye başlar..

Kilitli Oda, üçüncü hikaye. Yazar, çocukluk arkadaşı Fanshawe'ın karısından gelen mektup sonucunda onun kaybolduğunu öğrenir ve bir şekilde arkadaşının yokluğunda açılan boşluğa her açıdan dahil olur. Bu esnada Fanshawe'ı aramaya da devam etmektedir..

Genellikle Auster'ın başyapıtı olarak bilinen kitap, bu ünvanı hakediyor olabilir ancak kurgu açısından ilginç olmakla beraber, fazlasıyla uzatılmış bazı yerleri dolayısıyla romanı çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim.



Sanki Quinn için her şey değişmeye başlamıştı. Artık ölmek istemiyordu, ama yaşamaktan pek keyif aldığı da söylenemezdi. Ancak hiç değilse yaşadığı için mutsuz değildi. Hayattaydı, ve bu değişmeyen gerçek onu yavaş yavaş büyülemeye başlamıştı; sanki kendisinden daha uzun yaşamayı başarmış gibiydi, şimdi ölümünden sonraki yaşamı sürdürüyordu. [Cam Kent, sf  16]

Öyküler ancak onları anlatabilecek olanların başından geçer demişti biri bir gün. [Kilitli Oda, sf 273]

Hepimiz bize birtakım öyküler anlatılmasını isteriz ve bu öyküleri çocukken yaptığımız gibi dinleriz. Sözcüklerin içinde gizli gerçek öyküyü düşleriz, bunu yapabilmek için de öyküdeki kişiyle kendimizi özdeşleştirir, kendimizi anladığımız için de onu da anlayabildiğimizi sanırız. Bu bir yanılsamadır. Belki de kendimiz için varızdır, hatta bazen kim olduğumuz konusunda bir ışık yanabilir, ama sonunda kesinlikle emin olamayız ve yaşam sürüp giderken kendimize karşı saydamlığımızı giderek yitirir, kendi tutarsızlığımızın ayrımına daha çok varırız. Hiç kimse başkasının sınırlarını geçemez, çünkü hiç kimse kendisine tam anlamıyla ulaşamaz.[Kilitli Oda, sf 304]



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Burası sukûnetin hakim olduğu, tenha bir kütüphane. İçinden geçenleri fısılda ki orada olduğunu bileyim.