20 Ekim 2017 Cuma

RİPLEY YERALTINDA Patricia Highsmith

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı:  2016
Sayfa Sayısı: 383

Ripley Yeraltında, Ripley serisinin ikinci kitabı. Bu kitapta Tom Ripley'i hayatını oldukça yoluna koymuş halde buluyoruz, evlenmiş, bir sanat galerisine ortak olarak işini kurmuş ve Fransız taşrasındaki büyük, güzel bir evde zenginliğinin keyfini çıkarır durumda.

Ripley'in sanat galerisinin en büyük gelir kaynağını Derwatt adında yaşlı bir ressama ait tablolar oluşturmaktadır. Derwatt'ın ürettiği eserler tükendiğinde, Tom bu işe yeni bir çare düşünür ve galeri yeniden yükselmeye başlar. Amerikalı bir işadamı olan Murchison, ressamın eserlerinden birini satın aldıktan sonra elindeki resmin sahte olduğundan şüphelenince işler karışacaktır.. 

Bu kitabı, Yetenekli Bay Ripley'e kıyasla daha doyurucu ve iyi buldum. Özellikle genç ressam Tufts'un oluşturduğu karmaşıklık ve gerginlik baya iyiydi.




19 Ekim 2017 Perşembe

YETENEKLİ BAY RİPLEY Patricia Highsmith

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 312

Tom Ripley'in tamahkar hikayesini daha önce okumamış olsam da filmini izlemiştim ama Deniz söyleyene kadar devam kitapları yazıldığından, bir seri olduğundan haberim yoktu. Geçtiğimiz yazın sonunda sevgili Thalassapolis ile Patricia Highsmith'in meşhur Ripley kitaplarından ikisini okuma fırsatım oldu.

Ripley bir barda, merhabası olan uzak bir arkadaşının babası ile karşılaşır. Adam, Tom'a oğlunun Avrupa'ya gittikten sonra Amerika'ya, ülkesine geri dönmek istemediğini ve bu sebeple çok üzüldüklerini anlatır, ondan Dickie'nin yanına giderek,  genç adamı geri dönmeye ikna etmesini ister, bunun karşılığında belli bir ücret de alacaktır. Tom Ripley, teklifi kabul ederek Dickie'nin yanına gittiğinde pek de sıcak karşılanmaz ama öyle kolay pes edecek biri değildir..

Polisiyeden ziyade gerilim yanı ağır bastığı ve çok hoş, akıcı bir anlatımı olduğu için Yetenekli Bay Ripley'i bir çırpıda okuyup bitirdiğimi söyleyebilirim. Açıkçası Patricia Highsmith'den daha basit ve kanlı bir kitap bekliyordum sanırım. Bunun yerine insan psikolojisine yoğunlaşan, şık bir romanla karşılaşmak hem şaşırttı, hem de memnun etti. 

Yazarın diğer kitaplarını da merak ediyorum ama maalesef birçoğunun baskısı tükenmiş durumda, Ripley serisi gibi diğerlerini de Can Yayınları yeniden yayınlarsa okumak istiyorum.

18 Ekim 2017 Çarşamba

AY VE GÜNEŞ KUMPANYASI Naime Erkovan

Yayın Evi: Şule Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 127

Şule Yayınlarının hikaye kitaplarına zaman zaman göz atıyorum. Yazarla kimyamız uyuşur uyuşmaz o ayrı mesele ama en azından belli bir edebi kalitenin üzerinde olduklarından emin olarak okumaya başladığım kitaplar bunlar. Naime Erkovan'ın Ay ve Güneş Kumpanyası da hem ismi hem de kapağıyla öncelik verdiğim bir öykü kitabıydı. Yazan kişi yeni ve hakkında çok fazla bilgi bulunmayan bir isim olduğu için şekilsel güzellik seçiciliği etkiliyor böyle zamanlarda.

Çakıl Taşlarının Gölgesinde ve Batıya Çağrılan Şiir hikayelerini özellikle beğendim, diğer hikayelerdeki doğu ile batıyı harmanlama çabalarının fazla abartıldığı yerler hariç genel olarak hoş hikayelerdi diyebilirim. 

Böylece yazdı nehrin yüzeyine yaklaşmaktan korkmayan hatta bazen suyu yırtıp havada takla atarak kendini tekrar nehre bırakan benekli balıkları; en soğuk gecede rüzgârsız ve sıcak bir ânın saklandığını; huşhuş ağacının güneş batarken kırmızı çiçekler açtığını ama daha hava kararmadan onları döktüğünü; zehirli mantarların, alabildiğine güzel bir koku da yayabildiklerini; bazı mağaraların kalplerinde pırıl pırıl taşların uyuyabileceğini. [sf 86]

17 Ekim 2017 Salı

ADLİN Memet Fuat

Yayın Evi: Adam Yayıncılık
Basım Yılı: 2003
Sayfa Sayısı: 86

Adlin, uzunca denilebilecek bir hikaye. Sanırım daha önce adını ve eleştiri yazılarını sıkça görsem de Memet Fuat'ın yazdığı herhangi bir metni okumamıştım.

İstanbul'da kalfalı, ahçılı bir eski zaman köşkünün sahibi Vedat bey ile evlenen modern genç bir kız; Adlin'in hayatı yiğeninin kaleminden anlatılıyor. 

Düzgün, duru bir Türkçeyle yazılmış, o zamanın zenginlerinin yaşadığı sıradan hayat enstantaneleri, hikayede dikkate değer, hatırda kalan herhangi bir durum veya olay göremedim. Bu sebeple öylesine, sadece eğlenceli bir okumaydı diyebilirim.

16 Ekim 2017 Pazartesi

SİLİNİR AYAK İZLERİ Behçet Necatigil

Yayın Evi: Adam Yayıncılık
Basım Yılı: 2003
Sayfa Sayısı: 140

Ülkü Tamer'in seçtiği şiirlerle, mini mini bir Behçet Necatigil kitabı. Kitabın sonunda İlk Dizeler Dizini adıyla bir bölüm var; seçkide bulunan tüm şiirlerin ilk dizeleri farklı bir sıralamayla şiir gibi yazılmış, bir hayli hoş bir şey çıkmış ortaya. Genel olarak Necatigil, birkaç şiirini sevdiğim bir şair ama özellikle uslûbuna hayranım diyemem.

Evin yalın hali
İster cüce, ister dev
Camlarında perde yok
Bomboş, ev.


Evin -i hali, sabah,
Geciktiniz haydi!
Uykuların tatlandığı sularda
Bıracaksınız evi.

 

Evin -e hali, gün boyu,
Ha gayret emektar deve!
Sırtınızda yılların yorgunluğu
Akşam erkenden eve.

 

Evin -de hali, saadet,
Isınmak ocaktaki alevde
Sönmüş yıldızlara karşı
Işıklar varsa evde.

 

Evin -den hali, uzaksınız,
Hattâ içinde yaşarken
Aşkların, ölümlerin omzunda
Ayrılmak varken evden. [Evin Halleri, sf 38]


15 Ekim 2017 Pazar

SEVGİNİN BAĞLADIKLARI Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 270

Agatha Christie, Mary Westmacott takma adını kullanarak altı duygusal roman yazmış. Bu kitaplardan Türkçe'ye çevrilmemiş iki tane kalmıştı; The Burden ve Giant's Bread. Geçtiğimiz günlerde The Burden, Sevginin Bağladıkları adıyla yayınlandı ve doğal olarak hemen alıp okudum.

Laura, minik kardeşini ölesiye kıskanmakta hatta ondan nefret etmektedir. Fakat evlerinde çıkan bir yangında küçük bebeği alevlerin içinden kurtardığı an tüm duyguları değişir, Shirley'e büyük bir sevgiyle bağlanır. Yıllar geçip büyüdükçe, bu sevgi iki kızkardeşin arasında ağır bir yük haline gelecek, hayatlarını geri dönülmez biçimde etkileyecektir.. 

Her ne kadar çevirirken pembe dizi isimleri gibi bir ad vermelerini yadırgasam da Agatha Christie'nin polisiyelerinde dahi inceden inceye kendini gösteren insan psikolojisine dair anlatımları Mary Westmacott romanlarında sınırsızca genişleyip derinleştiği için genel olarak bu romancıklar hayli hoşuma gidiyor. Bitmemiş Portre veya Sensiz Bir İlkbahar kadar şahane olmasa da Sevginin Bağladıkları zevkle okuduğum bir kitap oldu. 

Aptallık etme. Shirley'nin mutsuz olup olmamasının ne önemi var. Her insan zaman zaman mutsuz olur. Ve bu mutsuzlukla yaşamında karşılaşacağı birçok şey gibi bir şekilde baş etmek zorundadır. Yaşamla başa çıkmak için cesarete, hoşgörüye, açıkyürekliliğe gerek vardır. [sf 86]

Hiç kuşkusuz Laura'nın duygularının kökeninde Shirley vardı. İnsanın herşeyini bildiğini sandığı birinin hakkında bilmediği yeni bir yanı olduğunu keşfettiğinde yaşadığı şoka benzer bir durumdu bu. Laura ve Shirley'nin birbirlerine karşı çok fazla açık oldukları söylenemezdi ama birlikte yaşadıkları uzun yıllar Shirley'nin o zamana kadar Laura'ya nefretlerini, sevgilerini, isteklerini, tutkularını, korkularını anlatmaktan asla çekinmemiş olduğunu göstermişti. [sf 92]




14 Ekim 2017 Cumartesi

GİZLİ KAMERA Zoran Živković

Yayın Evi: Zepros Yayınları
Basım Yılı: 2015
Sayfa Sayısı: 191

Başka Zaman Kütüphaneleri'ni çok uzun zaman önce okumuş ve adeta büyülenmiştim. Sonrasında Živković'in diğer kitaplarını da okudum, beğendiklerim oldu ama genel olarak tarzını sevsem de kütüphane hikayeleri kadar hiçbirinden etkilenmedim.

Cenaze levazımatçısı olan baş karakter, yaşadığı kentte bir sinema gösterisine davet edildiği bir mektup alır. Salona gittiğinde kendisinden başka sadece büyük sapkasıyla yüzünü örten bir kadının orada oturmakta olduğunu görür. Işıklar sönüp film başladığında bunun kendisini bir parktaki bankta oturarak geçirdiği bir zaman dilimini, kitap okuduğu için yakınına gelip oturan hoş bir kadını görmediği bir anı gösterdiğini farkeder. Gizli bir kayıt yapılmıştır ve ışıklar yandığında sinema salonunda kimse yoktur. Bir oyunun içinde olduğunu anlayan fakat merak yüzünden kendini bir türlü bundan kurtaramayan adam farklı randevularla çeşitli yerlere gider, ilginç olaylarla karşılaşır, gizemi çözmeye çalışır. 

Gizli Kamera, biraz merak uyandıran, iyi vakit geçirmek için okunabilecek hoş bir roman ama bu tür kedi-fare oyunları halihazırda çok görülen hikayeler olduğu için kendine has bir farklılığı olduğunu söyleyemeyeceğim.

13 Ekim 2017 Cuma

FRANNY VE ZOOEY Jerome David Salinger

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 151

Çavdar Tarlasında Çocuklar'ından sonra başka bir Salinger kitabı okuyacağımı düşünmüyordum ama Franny ve Zooey sıkça karşıma çıktı, beğeni beyanatları, karakterlerle özdeşleşmeler, hayranlıklar gördüm ve bu kadar sevilen kitap nedir diye merak ettim.

İlk bölümde Franny'nin sevgilisiyle buluşup yemek yemesi ve o sırada fenalaşmasını okuyoruz. İkinci bölümde abisi Zooey duş perdesinin ardında banyo yaparken annesi içeri giriyor ve onunla uzun bir konuşmaya tutuluyorlar. Sonrasında annesinin isteği üzerine Zooey salondaki kanepede kendinden geçmiş gibi hasta yatan kızkardeşiyle konuşuyor ve kitap bitiyor. 

Şekilsel olarak bu minvalde ilerleyen roman, biri intihar etmiş diğeri savaşta ölmüş yedi kardeşin en küçük ikisi olan Franny ve Zooey üzerine yoğunlaşıyor. Çok düşünen ve bunalan Franny'nin çıkış yolu arayışı, umursamaz gibi görünen abisinin ona yardım etme çabaları v.s. derken felsefi konuşmalar, konuşmalar, konuşmalar..

Salinger 'benim' dediğim yazarlardan biri değilse de kurduğu dağınık, kaotik atmosfer ve değindiği konularla bu romanı ilgiyle okudum. Absürt öğeleriyle bana biraz Günlerin Köpüğü'nü anımsattı ama aslında komik bir tarafı yok, daha çok varoluş dramı söz konusu. Tam bir modern klasik diyebilirim. 

Ve, işin en kötü tarafı da, bohem takıldığında ya da bunun gibi bir çılgınlık yaptığında, sen de herkes kadar düzene ayak uydurmuş oluyorsun, sadece biçim farkı var. [sf 25]

Tek bildiğim şu, aklımı kaçırıyorum. Ego ego ego. Bıktım usandım. Kendiminkinden de, başkalarınınkinden de. Bir yere varmak, farklı ve ayrıcalıklı bir şeyler yapmak, ilginç biri olmak isteyen herkesten bıktım usandım. İğrenç bir şey bu –iğrenç iğrenç. Kimin ne dediği umrumda bile değil. (...)

Rekabetten korktuğum filan yok. Tam tersine. Bunu göremiyor musun? Rekabet edeceğimden korkuyorum ben-beni asıl korkutan bu. bu yüzden ayrıldım tiyatro bölümünden. ben herkesin değer yargılarını kabule korkunç bir şekilde koşullanmışım diye, bunun doğru olması gerekmez ki. bundan utanıyorum. bıktım usandım. tam bir hiçkimse olacak cesareteim olmamasından usandım. kendimden de, bir çeşit ses getirmek isteyen herkesten de usandım. [sf 28]

12 Ekim 2017 Perşembe

ATEŞLER Marguerite Yourcenar

Yayın Evi: Metis Yayınları
Basım Yılı: 1997
Sayfa Sayısı: 107

Marguerite Yourcenar, önsözde kitabı şöyle tanımlamış; 'Belli bir aşk mevhumuyla birbirine bağlanmış bir dizi lirik düz yazı.' Şiir değiller, tam manasıyla deneme de denemez ama bir iç döküş gibi, Antik Yunan'a ait  mitolojik hikayeler üzerinden duygusal çıkarımları var.

Ateşler için, son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan biri diyebilirim. Daha ilk bölüme başlarken, bilge bir edebi kalemin cümlelerinden yoğrulmuş metinlerle karşı karşıya olduğunu anlıyor insan ve gelecek sayfalar için heyecanlanıyor. Aşina olmayanlar için kitapta bahsi geçen mitolojik karakterlerin hikayeleri de son bölümde mevcut.

Kitap uzun zaman kitaplığımda durmuştu, okuduğumda bu kadar ertelediğim için hayıflandım. Sandık Odası'nda minik minik böyle daha hangi hazineler bekliyor kimbilir? 

Belli bir insana duyulan aşkın, ne kadar yüreğe işlese de, çoğu zaman geçici güzel bir kazadan başka bir şey olmadığına, ondan önce gelen ve ondan sonra da var olmayı sürdürecek eğilimlerden ve seçimlerden bir anlamda daha az gerçek olduğuna dair belirsiz bir kavrayış söz konusu. [sf 14]

Her düşünce için, kendi kendine bırakıldığında belki de güçten düşecek her aşk için, ona karşı duran ve ona layık olmayan fevkalade kuvvetli bir uyarıcı vardır: DÜNYANIN GERİ KALANI. [sf 17]

Kısır aşk yoktur. Hiçbir önlem işe yaramaz. Senden ayrıldığımda, içimin derinliklerinde, korkunç bir çocuk gibi, acım durur. [sf 38]

Istırap çekenler için zaman yoktur; son hızla aka aka kendini ortadan kaldırır, çünkü her azap saati yüzyıllar süren bir fırtınadır. [sf 68]




11 Ekim 2017 Çarşamba

KIRMIZI PAZARTESİ Gabriel García Márquez

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 107

Márquez okumaya bu kitapla başlasaydım, daha kısa sürede hayran
kalır ve diğer yazdıklarını okumak için meraklanırdım. Fakat ilk olarak Yüzyıllık Yalnızlık'ı okumuştum, şüphesiz bir başyapıt ama yazarın
zengin hayal dünyasına uyum sağlayabilmek, onun kıymetini bilebilmek için bir alışma evresi gerekiyor. Bu giriş için çok uygun olan Kırmızı Pazartesi hem yazarın diğerlerinden bağımsız romanlarından, hem de incecik hacmine edebiyat okuruna acı bir zevk veren, kısa ve derin hikayesini sığdırıyor.

Kolombiya'da, Gabriel García Márquez'in çocukluğunun geçtiği köyde, çok eskilerde yaşanmış bir cinayet öyküsünü anlatan Kırmızı Pazartesi, bir düğünün ertesi sabahında başlıyor. Gelinin iki kardeşi, Santiago Nasar adında bir gencin peşine düşüyor ve tüm kasabada öldürmek niyetiyle onu arıyorlar. Roman ilerledikçe yavaş yavaş cinayet anına nasıl gelindiği ve aslında neler olduğunu öğreniyoruz.

Kitabın başında (ve arka kapağında) katil ve kurbanın kim olduğunun açıkça yazmasının okuma heyecanı ve zevkine hiçbir zararı olmayacağını şahane bir şekilde anlatan, sürprizbozan fobiklere cevap niteliğinde bir roman bu. Márquez gizem ve gerilimi öyle bir seviyede tutuyor, hikayeyi son derece acı bir şekilde öyle bir tasvir ediyor ki, son sayfaya kadar merak ediyor ve 'çok yazık!' demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Hikayenin verdiği duygu; biraz 'kesinlikle bir gün öleceğini bilerek yaşamak' durumuna benziyor. Santiago'nun öleceğini, hatta barbarca öldürüleceğini biliyoruz en başından, fakat onun yaşadığı anları, yaptıklarını, düşündüklerini, aynı bu durumu başından beri bildiği halde elini kolunu kıpırdatmayan kasaba halkı gibi izliyoruz. Bu da mayhoş bir tad bırakıyor okuyucunun dimağında.

İyi edebiyat böyle bir şey. Bir roman ya da hikaye, okuma esnasında zorlayabilir, bu kitapta olduğu gibi o beyhudelik duygusuyla can yakabilir ama çok güzel olduğu gerçeğini değiştirmez bu. Hatta böylesi, mutlu hikayelerin aksine düşüncede daha derin bir iz bırakır.

20 Eylül 2017 Çarşamba

BİZ HEP ŞATODA YAŞADIK Shirley Jackson

Yayın Evi: Siren Yayınları
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 181

Shirley Jackson'un Biz Hep Şatoda Yaşadık romanını sevgili Eren'in 'tam senlik bir kitap' demesiyle alıp hemen okumuştum ama Gece Kütüphanesi'ne bir türlü ekleyemedim.

Blackwood kasabasından biraz uzakta, ıssız bir kır köşkünde yaşlı, kötürüm amcalarıyla beraber yaşayan iki kız kardeş, Mary Catherine ve Constance'ın tuhaf, izole, tekdüze hayatları kuzenlerinin onları ziyarete gelip başlarında kalması ve işlerine karışmasıyla altüst olur. Kasabalıların geçmişte yaşanmış korkunç bir olay yüzünden uzak durdukları aileye olan öfkelerinin yeniden parlamasıyla herşey değişecektir.. 

Yazarın bu gizemli ve hafif gotik kitabını hayli beğendim. Hem merakla karışık bir ürperti veren, hem de insanın içe dokunan bir havası var. Shirley Jackson'ın diğer kitabı Tepedeki Ev'in maalesef şu an basımı bulunmuyor ama o kitapla birlikte diğer yazdıklarını da okumak isterdim. Eren'e tavsiyesi için tekrar teşekkür ediyorum.

17 Eylül 2017 Pazar

KAPALI ODA OKUMALARI [1-15 Ekim 2017]

Sevgili thalassapolis'in önerisiyle 221b dergi
Agatha sayısında bulunan Kapalı Oda Polisiyeleri yazısından ilham alarak yapmayı planladığımız okumamız 1-15 Ekim'de. Bu okuma için seçtiğim kitaplar;

🚪Aytaşı ~ William Wilkie Collins
🚪Çin Gölü Cinayetleri ~ Robert Van Gulik
🚪Viran Kule ~ John Dickson Carr

Dışarıdan girilmesi veya içeriden çıkılması imkansız görünen kapalı-kilitli bir yerde; oda, ada, taşıt vb. işlenmiş bir cinayet romanı anlamındaki kapalı oda polisiyelerine en güzel örneklerden bazıları Agatha Christie tarafından yazılmış. Bunlardan en meşhuru On Küçük Zenci olmakla beraber Noel'de Cinayet, Roger Ackroyd Cinayeti, Gece Gelen Ölüm, Ölüm Sessiz Geldi ve daha bir çok kapalı mekan gizemini içeren şahane romanı var.

Bugüne kadar yazılmış tüm kapalı oda polisiyeleri listesi ve Türkçe'ye çevrilmiş olanların isimlerini Gece Kütüphanesi Kilitli Oda sayfasında bulabilir, okumak istediklerinizi seçerek ve okurken instagramda #kapaliodaokuma etiketini kullanarak bize katılabilirsiniz. Keyifli okumalar.

*2010 yılından beri yaptığımız diğer okumalarımıza bakmak için Okuma Odası'na gidebilirsiniz.

14 Eylül 2017 Perşembe

BAKİRE İLE ÇİNGENE D. H. Lawrence

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 122

David Herbert Lawrence, romanlarına özellikle kitap fuarlarında sık sık rastgeldiğim, fakat adları, kapak resimleri ve arka kapakta kısaca bahsedilen konularıyla Beyaz Dizi kitaplarını anımsattıkları için uzak durduğum bir yazardı.

Köydeki rahip evinde yaşayan Yvette ve Lucille'in anneleri onları terkettiğinde, büyükanneleri ve bir halaları kızların yetişmelerine yardımcı olmak için yanlarına yerleşmiştir. İki kızın sıradan hayatı, arkadaşları ile beraber gezdikleri bir öğleden sonra köy yakınlarına kamp kuran Çingenelerle karşılaşıp fal baktırmalarıyla değişecek, o gün her zamankinden farklı olayların başlangıcı olacaktır..

Bakire ile Çingene'yi okuduğumda, kitabın bütününe hakim olan edebi anlatım bir hayli şaşırttı beni. Genç kızın hayatından kısa bir kesiti abartmadan, rahatsız etmeden gözler önüne sererken, satırlar arasında duman gibi dolaşan acı, isyankar duygular yoğun bir şekilde hissediliyor.

Yazarın romanları bir çeşit özgürlüğe çağrı olarak addedildiği için zaman zaman sansürlenmiş, yayınlanmamış v.s. Ancak kısaca, bu kitabından anladığım kadarıyla Lawrence, başka herhangi bir klasik yazardan (mesela Balzac'tan) ne edebiyat kalitesi olarak aşağıda, ne de farklı bir basitliğe sahip.

13 Eylül 2017 Çarşamba

BEN KİMİM Patricia Wentworth

Yayın Evi: Akba Yayınevi
Basım Yılı: 1971
Sayfa Sayısı: 224

Agatha Christie romanlarını yeni okumaya başladığım zamanlarda, Miss Marple kitaplarına pek iltifat etmezdim. Fakat okumalarım ilerledikçe, bu beyaz saçlı, tonton ihtiyarın en iyi maceralarına rastgeldim ve Hercule Poirot kadar çarpıcı olmasa da farklı bir bilgelik ve huzur veren tavrından çok hoşlanmaya başladım.

Miss Marple'ın yer aldığı ve okumadığım herhangi bir roman, hikaye kalmadığına kanaat getirdikten sonra ona benzer başka dedektifler olup olmadığını biraz araştırdım. Polisiye yazarı Patricia Wentworth'un Miss Silver serisindeki başkarakterin aynı sevgili Marple gibi şirin, güven veren bir ihtiyarcık olduğunu öğrenince okumaya karar verdim. Fakat maalesef yazarın Türkçe'de bulunan romanları bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olduğu için kendi dilimde okuyacaksam fazla bir seçeneğim yoktu. Akba Yayınevi'nin güzel 'polisye' serisinden Ben Kimim, konusunu okuduğumda merakımı cezbederek öncelikli tercihim oldu.

Karanlık bir mahzenin merdivenlerinde kendine gelen genç bir kız, kim olduğuna ve neden orada bulunduğuna dair hiçbir şey hatırlamamaktadır. Sadece merdivenlerin bittiği yerde; mahzende çok kötü şeyler yaşandığına dair bir his vardır içinde. Yanında duran çantada bir fener bulur ve basamakları indiğinde yerde başına vurularak öldürülmüş bir başka genç kızın yattığını görür. Şok halinde, önce mahzenden sonra evden çıkar ve bir otobüse biner. Hali o kadar tuhaftır ki, otobüsteki yaşlı bir kadının ilgisini çeker. Miss Silver adındaki bu kadın, genç kızı himayesine alarak ona yardım edecek ve kızın uyandığında kendisini içinde bulduğu o korkunç sahnenin neden olduğunu aydınlatacaktır.. 

Roman, gerçekten güzel yazılmış, merak uyandırıcı ve yer yer Christie polisiyelerini andırıyor ama tek rahatsız olduğum nokta, aynı dialogların birkaç defa tekrarlanması ve bunu da okuyucunun gözünün önünde yapılması oldu. Mesela kız, mahzende yaşadıklarını Miss Silver'a anlatıyor diyelim, ardından başka biriyle karşılaştığında yeniden anlatması gerekiyor, konunun kısaca geçilmesi gerekirken zaten bildiğimiz tüm ayrıntıları yeni baştan okuyoruz. Bu böyle defalarca tekrarlanıyor ve akışı biraz bozuyor.

Orijinal adıyla Mahzendeki Kız'ın, Miss Maud Silver serisinin 32. ve son romanı olduğunu kitabı okuduktan sonra farkettim. Belki eski polisiye romanlara özel bir önem veren Nota Bene Yayınları, Patricia Wentworth'un kitaplarını da yayınlar bir gün, belli mi olur? 

10 Eylül 2017 Pazar

DÜNYA HALK MASALLARI Ataol Behramoğlu

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 108

Minik ama hoş bir derleme. Masallarda genellikle olduğu gibi hangi ülkeye ait olursa olsun, kıssadan hisse yanı ağır basıyor. Zevkle okunan kitapta Bal Kabakları ve İki Kız Kardeş hikayeleri özellikle favorim oldu.

✗ Güneşe Yolculuk Slovak Masalı
✗ Çivinin Marifetleri İsveç Masalı
✗ Çörek Norveç Masalı
✗ İki Aptal Kurbağa Japon Masalı
✗ Bal Kabakları Kore Masalı
✗ İki Kız Kardeş Hint Masalı
✗ Kolay Ekmek Belarus Masalı
✗ Uçan Gemi Kuzey Avrupa Masalı
✗ Tazının Çizmeleri Romen Masalı
✗ Yaşlı Balıkçı ile Altın Balık Rus Masalı
✗ Savanların Gözcüsü Afrika Masalı
✗ Kuşlar Yunan Masalı

26 Ağustos 2017 Cumartesi

MÜREKKEP İÇİCİLER (7 Kitap) Éric Sanvoisin

Yayın Evi: Binbir Çiçek Yayınları
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 45 (x7)

İlkokulda iken notlarımızı ve ödevlerimizi düz yazıyla yazardık ama ayrıca parmaklarımızda mürekkep lekeleriyle dolmakalem kullanmayı öğrendiğimiz güzel yazı derslerimiz olurdu.  Sonrasında da yazmayı ve görsel sanatları seven herkes gibi dolmakalem ve mürekkeplere, yazı malzemelerine daima ilgim oldu. Konuyla en yakın olduğum; hat çalıştığım dönemde ise dolmakalem mürekkeplerine göre daha sıvı ve yapısı farklı olan is mürekkebi, İran mürekkepleri gibi mürekkepler edinip kullanmıştım.

Ardından üç-dört sene kadar sadece Pilot Juice 0.38 gibi jel kalemlerle yazdıktan sonra birkaç sene evvel kartuşlu dolmakalemlerle biraz ilgilendim ama başlangıç seviyesi kalemlerimden Platinum Preppy sık sık ve çabuk tıkanıp yazmayı imkansız hale getirdiği için birkaç yıkamadan sonra vazgeçmiştim. Kısaca ne yakın ne uzak durduğum bir mevzuydu bu.

Bir süredir detaylarıyla ilgili geniş bilgim olmasa da kalemlere bakıyor, mürekkep renklerini inceleyip doldurma tekniklerini izliyordum fakat alıp kullanmaya tekrar sıra gelmemişti. Geçen sene ne oldu bilmiyorum, muhakkak güzel bir dolmakalem ve pembeden bordoya, mürdümden mora kadar uzanan yelpazede kalbimi fetheden o güzelim mürekkeplerden edinmem gerektiğine karar verdim. Bir dolmakalem mi dedim? Maalesef bir kere kapıldıktan sonra öyle iyi bir taneyle durulabilecek bir mevzu değil bu. Tabii, devamı geldi.

Şu an halen dolmakalem ve mürekkep koleksiyonu konusunda ipin ucunu kaçırdığımı düşünmüyorum ama bunun için hayli çaba sarfetmem gerekiyor. Evdeki iki kalemimin (ilkokuldan bir arkadaşımın hediyesi Shaeffer USA M ve kesik uçlu Online Best Writer) yanına beş tane eklendi. 3 renk de mürekkebim var şişe olarak. Fakat ilgim öyle bir seviyede ki sadece dolmakalem-mürekkep üzerine bir blog açsam mı diye düşünüyorum zaman zaman. Veya Gece Kütüphanesi'nde bu konuda da sevdiğim, öğrendiğim şeyleri yazsam mı? Öyle güzel yazı blogları var ki çok emek verilmiş, onların yanında birşeyler söylemek ayıp olur gibi geliyor. :)






















Bu uzun giriş, bu kitapları nasıl bulduğumu anlatmak içindi. Dolmakalem-mürekkep konusunda şahane incelemeleri ve fotoğraflarıyla hevesimi artıran Mürekkep Faresi'nin bloguna baştan sona bakarken ilk yazının Mürekkep İçiciler serisine ait olduğunu gördüm.

7 kitaplık serinin baş karakteri Odilon, kitaplardan pek hoşlanmasa da babasının kitapçı dükkanında çalışırken bir müşterinin garip bir şey yaptığını görüyor. Adam bir pipetle kitaplardan birinin içindeki tüm mürekkebi içip bitiriyor. Onun kim olduğunu ve ne yaptığını merak eden çocuk, Mürekkep İçici'yi takip ediyor ve bu merak başına gelecek şeylerin başlangıcı oluyor..

Mürekkep İçiciler, çok güzel illustrasyonlara sahip bir çocuk kitabı serisi ama hikayenin biraz ürpertici tarafları olduğu için küçüklere okumadan önce iyice bir gözden geçirilmeli diye düşünüyorum. Büyümüş olmanın çocuk kitaplarından keyif almaya engel teşkil etmediğini düşünen mürekkepseverler için ise, hoş bir şekilde okuyup çok sevilebilir.

25 Ağustos 2017 Cuma

AŞK ŞİİRLERİ Louis Aragon

Yayın Evi: Kırmızı Yayınları
Basım Yılı: 2010
Sayfa Sayısı: 133

Louis Aragon şiirlerinin bu seçkisi, şairin en meşhur şiiri 'Mutlu Aşk Yoktur'un dört farklı edebiyatçı-çevirmen tarafından Türkçe'ye aktarılmış metinleriyle başlıyor (Cemal Süreya, Orhan Suda, Tahsin Saraç, Turgay Gönenç). İçlerinde en güzeli Orhan Suda çevirisi bana göre. Kitapta başka şiirlerin de böyle farklı çevirileri yer alıyor.

Kitabı okurken, 'İşte batı ve doğu edebiyatını derinlemesine okumuş, yazmaya çok emek vermiş ama bütün bunların ötesinde geçerek sakin ve yalın bir şekilde duygusunu ifade edebilen bir şaire ait dizeler bunlar!' diye düşündürüyor. Açıkçası böyle deyince sanki büyüsü bozuluyor gibi geliyor ama Aragon'un şiirleri insanın kalbinde, aklında heyecanla duran, hatırladığında kuvvetli bir edebi haz hissettiren cinsten.

Esasen altı sene önce aldığım ve zaman zaman karıştırdığım, ancak geçenlerde oturup tamamını okuduğum bu kitaptan sonra, Louis Aragon'un (düzyazı ve şiir) diğer yazdıklarına bakmadığım için biraz kötü hissediyorum.

Sana büyük bir sır söyleyeceğim korkuyorum senden
Korkuyorum ardınsıra gidenden 

Pencerelere doğru akşamüzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden 


Sana büyük bir sır söyleyeceğim kapat kapıları 
Ölmek daha kolaydır sevmekten 
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam. 
Sevgilim. [sf 76]

24 Ağustos 2017 Perşembe

GÜLE GECE YORUMLARI Betül Tarıman

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2002
Sayfa Sayısı: 75

Uzun zaman önce TRT'de seyrettiğim bir kitap programında görüp not almıştım bu kitabın adını. Ama neyi hoşuma gidip ilgimi çekti, meçhul.

Bu kitaptaki şiir biçimi fazla modern diyesim var ama sıkıntı modernlikten kaynaklanmıyor. Yenilikçi şiir denemeleri genel olarak; ya bölük pörçük, kekre kelime gruplarına dönüşüyor ya da başarılı oluyor. Bunu deneyip, kendine özgü şiiriyle çok iyi olanları da var ama çoğunlukla rahatsız eden derecede kopuk sonuçlar okuduğumuzu söyleyebilirim.

Bazen, şair olma heveslisi kişinin elini bir torbaya daldırarak rastgele kelimeler çıkarıp birbiri ardına eklediği duygusuna kapılıyorum. Öyle gelişigüzel şiirleri de sevemiyorum.




Kim erkendir gülden
Kim kor, kim buhur (...)

Ve dünya bir çamurdur
İçinde melez bir acı
Ağzı siyah simsiyah [Dünya ve mesel, sf 28]

23 Ağustos 2017 Çarşamba

OKUMA GÜNLÜĞÜ Alberto Manguel

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 208

Manguel'in merakımı cezbeden çok kitabı var ama Geceleyin Kütüphane'den sonra sevgili Eren'in bloguna ilham kaynağı olan bu kitabı okumak istemiştim.

Alberto Manguel'in gençken okuyup sevdiği oniki kitabı* bir yıl içinde yeniden inceleyerek yorumladığı, bu kitapları okurken hayatında, etrafında olup bitenlere dair notlarıyla da zenginleştirdiği Okuma Günlüğü'nü büyük bir zevkle bitirdim. Hatta yazıya ekleyeceğim alıntılar için bakarken, birçok yerini tekrar okuyasım geldi.

İspanyolca'da 'bekleme' sözcüğü espera, 'umut' anlamına gelen esperanza ile aynı kökten geliyor. Gide, Günlük'ünde şunu söylüyor: 'Sala de espera. Ne güzel bir dil bu, beklemeyi umutla karıştırıyor!'  [sf 61]

Bakış açısı; Watson esrarengiz cinayeti düşünürken ve dönüp Bayan Morstan'ın evine bakarken, onu avutan şey yalnızca sevdiği kadının düşüncesi değildir. 'İnsanın içini rahatlatan şey, bizi yutmuş olan yabanıl, karanlık olayın ortasında rahat bir İngiliz evinin bir anlık görüntüsünü yakalamaktı,' diye yazar. Sıfatlar dikkat çekici. [sf 95]

Türkçede muhabbet sözcüğü hem 'sohbet' hem de 'sevgi' anlamına gelir. Her ikisi için de "muhabbet etmek" diyebilirsiniz. Sohbet etmenin, bir insanın kalbine ya da aklına açılmış bir pencere olması düşüncesini seviyorum. [sf 109]

'Nostalji' sözcüğü 22 Haziran 1688'de Johannes Hofer adlı Alsaceli bir tıp öğrencisi tarafından bulunmuş; dağlarından uzak kalan İsviçreli askerlerin hastalığını tanımlamak için, Dis- sertatio medica de nostalgia başlıklı tıp tezinde, nostos ('dönmek') sözcüğünü algos ('acı') sözcüğü ile birleştirmiş. [sf 123]

Don Quijote'yi okurken, Cervantes'in yeniden kurduğu dünya şaşırtır beni ve hikâyenin gelişimine pek fazla dikkat edemem. İki serüvencinin yolculuk ettiği yerler, günlük çatışmalar, çektikleri acı, kir pas, açlık ve dostlukları öyle güçlü bir dille anlatılır ki, onların bir öyküyü izlemekten başka bir şey yapmadıklarını unutur ve sadece arkadaşlıklarının tadını çıkarırım. Bundan sonra ne olacağından çok şu anda ne olduğu daha çok ilgilendirir beni. Bazen Conrad, Thomas Mann ya da Sherlock Holmes öykülerini okurken de aynını hissediyorum. [sf 135]

Birini severdim, öldü. Onunla son kez birlikte olduğumda, ölüm onu geçmişte uyanmış gibi olağanüstü gençleştirmişti, bir zamanlar, hiç dünya deneyimi olmadığı zamanki gibiydi, henüz her şeyin mümkün olduğunu bildiği için mutluydu. [sf 160]

Sei Şonagon: 'Dünya bazen beni öyle öfkelendirir ki, bir an daha bu dünyada yaşayamayacağım gibi gelir bana, bir daha dönmemek üzere kaybolmak isterim. Ama sonra, güzel bir beyaz kâğıt parçası, Mişinoku kâğıdı ya da beyaz süslü bir kâğıt bulabilirsem, bu gibi şeylere biraz daha katlanabileceğime karar veririm.' [sf 167]

Sei Şonagon 'şiir konusu' olabileceğini düşündüğü şeylerin bir listesini yapıyor. Listenin kendisi bir şiir gibi:

Başkent. Arorot. Sazlıklar. Taylar. Dolu. Bambu. Yuvarlak yapraklı menekşe. Kurtpençesi. Yabani pirinç. Düz tabanlı nehir tekneleri. Çin Ördeği. Saçılmış kmdıra sazı. Çimenlik. Yeşil sarmaşık. Armut ağacı. Hünnap ağacı. Hatmi çiçeği.


Liste yapmada, anlam yalnızca çağrışımla gelecekmiş gibi, belli bir büyüsel keyfilik vardır. [sf 169]


*Manguel'in bölüm başlıkları olan kitaplar;

HAZİRAN Adolfo Bioy Casares'ten Morel'in Buluşu
TEMMUZ H. G. Wells'ten Dr. Moreau'nun Adası
AĞUSTOS Rudyard Kipling'den Kim
EYLÜL François René de Chateaubriand'dan Mezar Ötesinden Hatıralar
EKİM Sir Arthur Conan Doyle'dan Dörtlerin Simgesi
KASIM Johann Wolfgang von Goethe'den Gönül Yakınlıkları
ARALIK Kenneth Grahame'den Söğütlükte Rüzgâr
OCAK Miguel de Cervantes'ten Don Quijote
ŞUBAT Dino Buzzati'den Tatar Çölü
MART Sei Şonagon'dan Yastıkname
NİSAN Margaret Atwood'dan Yüzeye Çıkış
MAYIS Joaquim Maria Machado de Assis'ten Brás Cubas'ın Ölüm Sonrası Hatıraları


22 Ağustos 2017 Salı

KARANLIKTAN SONRA Haruki Murakami

Yayın Evi: Doğan Kitap
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 180

Haruki Murakami, okuduğum bazı kitaplarını çok sevdiğim, bazılarında ise biraz sıkıldığım bir yazar ama her halukarda tüm yazdıklarını okumak istiyorum. Eksikleri peşpeşe okuyabileceğim bir zamanda tamamlarım diye düşünürken, yazarın 2004 yılında yayınlanan ama Türkçe'ye çevrilmemiş romanı Karanlıktan Sonra çıktı.

24 saat açık bir fastfood restoranında entel, genç bir kız masalardan birine oturmuş, kimsenin onu rahatsız etmeyeceğini umarak, sabaha kadar kahve içip kitap okumayı planlıyordur. Onun eve dönmemesine sebep olan şeyler, restoranda karşılaştığı eski bir müzisyen arkadaşı, yakınlardaki kötü şöhretli bir otel, uzun bir uykuya dalmış ve uyanmak istemeyen kızın ablası v.b., o gece boyunca olup biten herşeyin geçmiş ve gelecekle bağlantısı Karanlıktan Sonra'nın akışını oluşturuyor.

Doğan Kitap, eseri birkaç farklı kapak rengi ile bastığı, bu sebeple netten rastgele sipariş etmek istemediğim için istediğim renk seçeneğini kitapçıdan ısmarlamıştım, bana geldiğinde biraz sağına soluna bakayım derken kitap öyle bir sardı ki okuyup bitirivermiş bulundum.

Murakami, ruhsal olarak yapayalnız roman kahramanlarının tuhaf ilişkilerini, klasik mesafeli tavrıyla anlatıyor. En iyi kitabı değil yazarın ama iyilerden biri.

21 Ağustos 2017 Pazartesi

SHAKESPEARE'DAN RUHA DOKUNAN DÜŞÜNCELER Haz. Aslı Aker

Yayın Evi: Carpe Diem Yayınları
Basım Yılı: 2006
Sayfa Sayısı: 134

Ruha Dokunan Düşünceler serisinden elimdeki dört kitabın haricinde okumayı düşünmüyordum ama Shakespeare okumamız esnasında
bu kitabı da sahaflardan alıp listeme ekledim. Tolstoy, Dostoyevski
ve Balzac haricindeki tüm kitapları da okumuş oldum böylelikle.

Daha önce bu kitaplarla ilgili yazdığım düşünceler bu kitap için de
geçerli; eserin herhangi bir yerinden alınmış olduğu için kopuk
cümleler ve hangi alıntının hangi kitaba ait olduğunun net olarak yazılmaması sebebiyle çok da keyifli bir okuma olduğunu
söyleyemem ama sanırım en çok altını çizdiğim yer Shakespeare'ın alıntılarında oldu.


Ölümlülerin başını yiyen;
Kendilerine duydukları fazla güven. [sf 29]

Süt ninesine bile
türlü türlü diller dökmüştür bu herif
memesini emmezden önce! 

Zamanımız böylelerine hayran işte,
böyle günün türküsünü çağıranlara! 

Gösterişler, kırıtmalar altında
köpüğe benzeyen boş bir beyin. 

Bununla en parlak, en ince görüşlü insanların
ağzından girip burnundan çıkmayı becerirler. 

Oysa içlerini yoklarsanız,
bir üfürmede su kabarcıkları gibi
patlayıverir neleri varsa. [sf 36]  


Büyük sevgide, küçük kuşkular
korkuya döner;
küçük korkular büyüdükçe
artar büyük sevgiler. [sf 46]  

Kurnaz gözlerin sanat yeteneği az
Sırf gördüğünü çizer, yüreği tanıyamaz. [sf 59]

Zaman ikiyüzlülüğün gizlediğini
nasıl olsa br gün ortaya çıkarır. [sf 80]

Yaldızlı mezar görünce gözün kamaşır; 
Bilmezsin ki içinde kurtlar kaynaşır. [sf 95]

Yoksul olup da haline şükreden insanın
kendisi de zengindir gönlü de. 
Oysa zenginliği sınırsız olduğu halde
her an yoksul düşme korkusuyla yaşayanın
bir kış kadar yoksul bir hayatı vardır. [sf 97]

Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü o ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden. [sf 104]


20 Ağustos 2017 Pazar

KAYIP HİZMETÇİ VAKASI Tarquin Hall

Yayın Evi: Büyülü Fener Yayınevi
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 321

Kayıp Hizmetçi Vakası, Vish Puri serisinin ilk kitabı. Kitabı sevgili Judy'nin blogunda görmüştüm. Judy, dedektif için 'Adeta Hindistan'ın Hercule Poirot'su.' yazınca, çok merak ettim. Kitabın kapağı da ayrıca şahaneydi tabi.

Vish Puri'nin bu kitaptaki görevi; evindeki hizmetçinin kaybolmasından dolayı cinayetle suçlanan ünlü bir avukatın içine düştüğü sıkıntılı durumu çözmek. 

Böyle kısaca konusunu yazınca çok cazip görünmüyor ama aslında kitap gayet eğlenceli ve ilginç. Vish Puri'nin geniş ailesi, yardımcıları, Hindistan'ın rengarenk şehirleri, yemekleri, adeta başdöndürücü bir hızla geçit resmi yapıyor.

Tarquin Hall'ın seriye ait diğer üç kitabı Türkçe'ye çevrilmiş ve güzel kapaklarıyla basılmış. Onları da okumak istiyorum.

19 Ağustos 2017 Cumartesi

ODAMDA GECE SEFERİ Xavier de Maistre

Yayın Evi: İletişim Yayınları
Basım Yılı:
Sayfa Sayısı:

Xavier de Maistre'nin Odamda Yolculuk kitabını okuduğumda, Odamda Gece Seferi'ne İletişim Yayınları'ndan devam etmeye karar vermiştim. İki kitabın bir arada bulunduğu bu baskı, hem çevirisinin güzelliği hem de peşpeşe okumak açısından çok daha ideal bir kitap.

Yazar, bu defa çatı katındaki yüksek penceresine merdivenle tırmanıyor ve dışarı bakıyor, bize de binbir türlü şey anlatıyor.  

Hafif modası geçmiş bir romantizm duygusuyla dolu olsa da zevkli kitaplar bunlar. Maistre'nin başka hangi kitapları Türkçe'de yayınlanmış bilmiyorum ama hoş vakit geçirmek için okumak isterdim. 

Hadi çoktan uykuya dalmış olanları geçtim, ama etrafta dolaşanlar, tiyatrodan çıkan kalabalıklar bir an için gözlerini kaldırıp üzerlerinde dört bir yanda parlayan yıldızlara bir baksalar, onları hayran hayran izleseler ne kaybederler? Ama yok, Scapin'i, Jocrisse'yi hayranlıkla izleyen bu kişiler kafalarını kaldırmaya tenezzül dahi etmezler, yukarıda bir gökyüzünün bulunduğunu akıllarına bile getirmeksizin hoyratça evlerine döner yahut başka bir yere giderler. Ne tuhaf! Gökyüzünü her an ve hiçbir ücret ödemeksizin seyredebilecekleri için, bunu yapmayı istemezler bile. Şayet gökkubbe bizden her daim saklı olsa, bu gösteri de bize bir kimsenin girişimiyle sunulmuş olsaydı, çatıların üzerinde sahneyi en iyi gören localar paha biçilmez olur, Torinolu hanımefendiler de benim küçük pencerem için birbirleriyle yarışırlardı. [sf 96]

18 Ağustos 2017 Cuma

İNSANIN ACISINI İNSAN ALIR Şükrü Erbaş

Yayın Evi: Kırmızı Kedi Yayınevi
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 256

Adı sanki çok şey söylüyor, hikayeler anlatıyor gibiydi, sonra o meşhur cümleler vardı; aslında ayrılığın ne olduğuna dair. Kayıtsız kalamadım, alıp okudum. 

Kitabı bitirdikten sonra bir de okurlar tarafından hangi cümleleri alıntılanmış, netten onu kontrol ettim. Dalgın bir şekilde mi okudum, o sebeple mi hemen hemen hiç bir yerini beğenemedim diye düşünmüştüm. Ama 'ayrılık' yazısı -ve bir iki kısa cümle hariç- yine, 'Bak burası baya güzelmiş aslında!' dediğim bir yer olmadı.

Öyle bir zamandayız ki artık yeni şeyler söylemek zor evet, fakat yeni bir uslupla, daha önce defalarca kez üzerinden geçilmiş benzetmelerden uzak durarak, ilk akla geleni eleyip daha derine inerek yazmak hâlâ mümkün.

Mesela; 'Gülüşü, bir yaprak ummanından gün ışığı gibi hüzünlü bir sevinç verirdi. Akşamüstüne benzeyen bir sesle konuşurdu.' [sf 134] cümlelerinde iyi edebiyata aşina okur için heyecan verici ne var?

İnsanın Acısını İnsan Alır'dan beklentim büyüktü, onu karşılamadı maalesef. Yazarın başka bir kitabını okur muyum, birisi elime zorla tutuşturmadıkça, hayır. 

Sesin gövdemi iplik iplik eden bir ağrıydı içimde. [sf 22]

İnsan yaşarken görür güzelliği, acı bile bir dünya nimetidir sonunda, ancak yaşayanların anısı olur. [sf 39]

Hiçbir ayrılık gitmekle özdeş değildir. Gerçek ayrılık tam anlamıyla bir unutuşla başlar. Yalnız bizim değil, bizi bilenlerin de unutuşuyla. [sf 60]

Bütün yaprakları birer serçe kesilmiş ağaçtım, üstüne titreyen.
Gelince sen geliyordun,
ama gidince dünya kopuyordu yüreğimden.[sf 92]

Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte... İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık. İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık. Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek. Birdenbire büyümesi, gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun. İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi. Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde. Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin. Parmaklarını sözüne pınar edememek. Uzaklarda bir adamın üşümesi, bir kadın dağlara daldıkça. Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan. Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması... Ayrılık o küçük ölüm, usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan. [sf 110]

17 Ağustos 2017 Perşembe

KIŞ MASALI William Shakespeare

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 138

Sicilya Kralı Leontes, kendisini ziyaret eden dostu Bohemya Kralı Polixenes'in yanında biraz daha kalmasını ister ve karısı Hermione'den misafirini ikna etmesini rica eder. Hermione bu görevi yerine getirdiğinde Leontes, ikisi arasında gizli bir ilişki yaşandığı şüphesine kapılır.  Polixenes'i öldürtmeye karar vererek onu zehirlemesi için lord Camillo'ya emir verir. Fakat Camillo durumu suçsuz olduğunu düşündüğü Polixenes'e anlatınca, birlikte Bohemya'ya kaçarlar. 

Leontes, hamile olan karısı Hermione'nin çocuğunun babasının da Polixenes olduğunu düşünerek, onu zindana attırır. Karısının suçsuz olduğunu haber veren kahinlerin sözlerine de aldırmadan Hermione'in zindanda dünyaya getirdiği bebeğin öldürülmesini emreder, bu görevi verdiği lord Antigonus, bebeği ormana bırakıp kaçmak zorunda kalır. Bu esnada annesinin suçlanmasına dayanamayan Leontes'in büyük oğlu Mamillius hastalanır ve ölür. Onun öldüğünü duyan Hermione'nin de zindanda öldüğü haberi gelir. Leontes oğlu ve karısını birbiri ardına kaybedince, büyük bir hata yaptığını anlar ama artık çok geçtir..

Cymbeline ve Kış Masalı'nı peşpeşe okuyunca benzerliği farketmemek ve karısının sadakati üzerine iddiaya giren Posthumus ile anlamsız bir kıskançlığa kapılarak etrafındaki herkesi mahveden Leontes'e bir hayli kızmamak mümkün değil. Shakespeare'ın Othello'sunun yakın dostları olabilecek bu adamların bir Iago'ya bile ihtiyaç duymadan kendi hayatlarını adeta bir cehenneme çevirmeleri hayrete şayan görünüyor.

Genel olarak, Kış Masalı'nı zevkle okudum ve beğendim diyebilirim ama kitabın son bölümünde, çok bariz bir sınıf ayrımı var. Shakespeare'ın oyunlarında görülen ilk ayrımcılık değil bu elbette, dönemin modası, sarayın yaptırımı böyle, bunu biliyoruz ama nedense bu kitaptaki aşırı vurgu çok rahatsız ediciydi.

16 Ağustos 2017 Çarşamba

CYMBELİNE William Shakespeare

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı:165

Britanya Kralı Cymbeline'in iki oğlu yıllar önce, çok küçük yaştayken kaçırılmış, tahtını sürdürecek tek çocuğu olarak kızı Innogen kalmıştır. İkinci karısı yeni kraliçe, daha önceki eşinden olan oğlu Cloten'le Innogen'i evlendirerek hakimiyetini perçinlemek ister ama Innogen, ülkenin soylularından Posthumus'a aşık olmuş ve onunla gizlice evlenmiştir. Cymbeline, bunu duyduğunda çok öfkelenir ve karısının da etkisiyle gençlerin evliliğini reddedip görüşmelerini yasaklar. Posthumus derhal ülkeyi terketmezse, kralın onu öldüreceğini bildiği için Innogen'e veda ederek İtalya'ya gitmek zorunda kalır. 

İtalya'da bir arkadaş ortamında Innogen'in erdem ve faziletlerini anlatan Posthumus, Giacomo'nun meydan okumasıyla ahmakça bir iddiaya girer. Eğer Giacomo, karısının sadakatsizliğini kanıtlarsa, ona Innogen'in hediyesi değerli elmas yüzüğünü verecek, aksi olursa Giacomo onbin altın düka ödeyecektir. Bu sefih iddianın sonucunda, masumiyetinden en ufak bir şüphe bile duyulmaması gereken Innogen, yerinden yurdundan olacak, âhı hem kocasını hem de babasını tutacaktır..

Cymbeline, hikayesi kuvvetli, karakterleri zengin bir oyun. Özellikle Innogen'in ormanda yaşadığı kısımlar, kitapta favorim oldu. Bu kitap, Pericles'ten biraz daha etkileyici, üzerinde daha çok kafa yorularak yazıldığı belli ama yine de Shakespeare'ın külliyatı içinde ilk sırada, muhakkak okunması gerekenlerden biri değil.

Shakespeare'ın son dört oyunu*, romantik bir atmosferde geliştiği için 'romans' olarak kabul edilir. (...) Bu son oyunlarda romantik öğeler ön plandadır. Bütün oyunlarda, kaybolan ve oyunun sonunda bulunan evlatlar vardır. Bu son oyunların hepsinde dağlar, denizler romantik bir arka plan oluşturur. Oyunların atmosferinde ciddi bir güzellik ve tatlı bir dinginlik hissedilir. [Önsöz'den]

Bütün insanlar kardeş olmalı da,
Ama gömüleceğimiz toprağın özü aynı olduğu halde, 
Kalitesi farklı insandan insana. [sf 98]

ARVIRAGUS
Fidele, yaz boyunca ve ben yaşadıkça,
En güzel çiçeklerle süsleyeceğim mezarını.
Yüzün gibi dolgun çuha çiçekleri,
Damarların gibi gök mavisi sümbüller,
Nefesin gibi tatlı yaban gülü yaprakları
Eksik olmayacak mezarından.
Yardımsever ardıç kuşu,
Babalarına mezar yaptırmaktan kaçınan
Zengin varisleriutandırmak ister gibi,
Bütün bunları taşıyacak sana,
Kışın çiçeklerin solduğu zaman,
Mezarında üşümeyesin diye,
Yün yosunlarla örtecek bedenini. [sf 110]

 
*Pericles, Fırtına, Cymbeline, Kış Masalı.

15 Ağustos 2017 Salı

RIPLEY OKUMALARI [15-31 Ağustos 2017]


Değerli arkadaşım thalassapolis in önerisiyle yaz sonu için bir Ripley okuması planladık. 

Patricia Highsmith'in dram-gerilim dozu yüksek serisinden okuyacaklarım:

Yetenekli Bay Ripley 
Ripley Yeraltında 

Okumamıza katılmak isterseniz, blogunuzda buna benzer bir başlangıç yazısı ve ardından kitap yorumlarınızı yayınlayabilir veya instagramda bu görselle beraber #ripleyoku etiketini kullanabilir, fotoğraf ve yorumlarınızı bizi etiketleyerek paylaşabilirsiniz.

Keyifli okumalar!

*2010 yılından beri yaptığımız diğer okumalarımıza bakmak için Okuma Odası'na gidebilirsiniz.

PERICLES William Shakespeare

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı:107

Sur Prensi Pericles, son dönem oyunlarından biri olması dolayısıyla yalın, kısa bir hikaye; dağılan bir ailenin her ferdinin kendi çilesini doldurmakla selamete erme çabasını anlatıyor. 

Antakya Kralı Antiokus, hazırlattığı zor bilmeceyi çözen kişiyle kızını evlendireceğini, cevabı bilemeyeni idam ettireceğini ilan eder. Ancak bilmecede kralın kötü bir sırrı gizli olduğu için, doğru cevabı bulan da pek şanslı olmayacaktır. Prensese talip olan Sur Prensi Pericles, bilmeceyi çözdüğünü açıklamak üzereyken durumdaki hileyi farkedince düşünmek için biraz mühlet ister. Antiokus, 40 gün süre verir fakat sırrını anladığından şüphelendiği için onu öldürtmek niyetindedir. Ardından gönderilen kiralık katili atlatan Pericles, Sur'a döndüğünde yakın dostu ve naibi Helikanus'a olanları anlatır, Helikanus ona hemen şehirden ayrılmasının iyi olacağını söyler. Genç prens, Tarsus'a gider ve oradaki kıtlık çeken halka gemisindeki erzağı dağıtır. Böylece Tarsus şehrinin yöneticisi Cleon ve karısı Dioniza'nın dostluğunu kazanır. Ardından deniz yolculuğuna devam eden Pericles, Pentapolis yakınlarında fırtınaya yakalanır. Gemisi karaya vurduğunda, balıkçılar tarafından kurtarılır ve Pentapolis Kralı Simonides'in prensesi için tertiplediği turnuvaya katılarak birinci olur, kralın kızı Thaisa ile evlenir. Bir süre sonra Antakya Kralı'nın öldüğü haberini alan Sur'lular Pericles'e bir mektup gönderir. Prens bu defa hamile karısı ile beraber gemiyle Sur'a doğru yola çıkar. Yolda yine bir fırtınaya yakalandıklarında sonuçları çok üzücü olacak, Pericles ve ailesi üzerinde uzun yıllar etkisi sürecektir..

Bu piyes, kaynaklarda Fırtına, Cymbeline ve Kış Masalı ile beraber Shakespeare'ın yazdığı son dört oyundan biri olarak kabul ediliyor. Başı biraz ruh sıkıcı olmakla beraber, daha sonra açılıyor ve Sur Prensi'nin içe dokunan, dramatik ama umut dolu hikayesini anlatıyor. Kitapta ayrıca Thaisa ve kızı Marina'nın yaşadıkları çok ilginçti.

Pericles, hızlı bir şekilde okuduğum ve hoşlandığım bir oyun oldu benim için. Ama Shakespeare'ın en iyilerinden biri değil, tabii.

14 Ağustos 2017 Pazartesi

KRAL LEAR William Shakespeare

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 163

Bir babanın üç kızından kendisini ne kadar sevdiklerini anlatmalarını istemesiyle başlayan, esâsen Shakespeare'in konusunu bir halk hikayesinden alarak insani zaaf ve vasıflarla zenginleştirdiği Kral Lear, Fırtına'dan beri okuduğum en iyi Shakespeare oyunuydu.

Artık yaşlandığını düşünerek topraklarını çocukları arasında paylaştırmaya karar veren Kral Lear, büyük kızları Regan ve Gonoril'in süslü ve gösterişli sevgi cümlelerinden etkilenir, küçük kızı Cordelia ise ablalarının riyasına inat dürüstçe sadece onu sevdiğini söyler. Lear, birşeyler daha söylemesi için ısrar ettiğinde ise susar. Kral, bu duruma çok sinirlenerek onu evlatlıktan reddeder ve iki büyük kızına neyi var neyi yoksa verir. Kısa bir süre sonra bu yaptığına onu çok pişman edecek şeyler yaşanmaya başlar..

Hemen hemen tüm şahane Shakespeare oyunlarında olduğu gibi, Kral Lear'ın temelinde de aslında çok bilinen, bir çok kültürde karşılığı olan sade bir masal var; bizim folklörümüzde dahi 'babasını tuz kadar sevdiğini söyleyen üçüncü kız' olarak karşılık buluyor. Shakespeare'ın ana hikayeyi ele alış biçimi, olay kurgusu ve diyaloglarının derinliğiyle, anlattığı özü bir sanat eseri haline çevirmesine hayranlık duymamak mümkün değil. Mesela Lear'ın sokaklarda dolaştığı fırtınalı, yağmurun sel olup aktığı bir gece var. Yazar o atmosferi öyle bir anlatıyor ki, sanki onunla birlikte dolaşıyor gibi oluyor, yaşlı ve hasta kral için acı çekiyorsunuz.

Kral Lear, bir defa okuyup geçmenin yetmediği bir eser. Belki ilerleyen zamanlarda, daha yavaş bir şekilde tekrar okurum diye düşünüyorum.

Bu tragedya, en büyük sanat yapıtlarında bulunan şu üç özelliği kapsar: 1. evrensellik, her çağa, her döneme bir şeyler anlatacak boyutluluk. 2. yazarın öz yaşamında büyük bir duyarlılıkla algıladığı insancıl özellikler ve 3. uygarlığın değişim dönemlerindeki çok az sanat yapıtında bulunan bilinçli bakış açısı. [Önsöz'den]


LEAR
Galiba aklımı yitiriyorum. 
Gel çocuğum, sen ne âlemdesin? Üşüyor musun?
Ben üşüyorum. Şu sözünü ettiğin samanlık nerede dostum?
Ne garip bir değişimi var muhtaç olmanın,
Değersiz şeylere değer kazandırıyor. Hadi kulübeye!
Zavallı soytarım, çocuğum benim,
Sana acıyan hâlâ bir köşe kaldı yüreğimde.

SOYTARI (Şarkı söyler.)
Bir dirhemcik bile aklı olanlar
Yağmur yağsa da, rüzgâr esse de
Uydurmalı mutluluğu kaderine,
Her gün yağar çünkü yağmurlar. [sf 81]

Hayat o kadar tatlı ki!
Her an ölüm aıcsıyla bin kez ölürüz de,
Göze alamayız hemen ölmeyi! [sf 155]

13 Ağustos 2017 Pazar

ANTONIUS ve KLEOPATRA William Shakespeare

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 164

Julius Caesar'ın öldürülmesinden sonra Roma'nın başına geçen üç generalden biri olan Antonius ile Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın entrikalar, savaşlar, zafer ve yenilgilerle geçen birlikteliklerinin hikayesini anlatan bir oyun. 

Antonius ve Kleopatra'nın özellikle aklımda yer eden, çok etkilendiğim bir kitap olduğunu söyleyemem. Ama tabii ki bu, iyi yazılmış, zengin karakterli, temiz bir tiyatro eseri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.  

HABERCİ
Öyle ama, kraliçem...

KLEOPATRA 
Sevmedim bu 'öyle ama'yı; bozuyor güzel başlangıcı.
Dili tutulsun bu 'Öyle ama'nın!
Canavar bir katili dışarı salıveren
Bir zinsancıya benziyor bu 'Öyle ama'.
Yalvarırırım sana dostum, döküver kulağıma birden.
İyi kötü ne haber getirdiysen. [sf 51]

12 Ağustos 2017 Cumartesi

JULİUS CAESAR William Shakespeare

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 118

Shakespeare'ın Roma Oyunları* adıyla bilinen üç tiyatro eserinden biri olan bu ünlü oyunu gerçekten keyifle okudum. Yersiz endişeler ve kıskançlıklar sonucu oluşan hıyânet atmosferinin nelere sebep olabileceğine dair bu anlamlı hikayeyi onun kaleminden okumak çok güzeldi.

Antik Roma İmparatorluğu'nun başındaki adam Julius Caesar'ın, yönetimi bir diktatörlüğe çevirmesinden korkan senatörler ona suikast düzenleyerek öldürürler. Ancak olaylar düşündüklerinin tam aksine ilerleyecektir.

Birçok kaynakta da yazdığı üzere, oyunun adı Julius Caesar olsa da, imparator sadece ilk üç sahnede yer alıp ölüyor ve daha çok bu, tarihe geçmiş en meşhur hainlerden Brutus'un hikayesi. Onun düşüncelerinin değişimini izlemek, iç dünyasında olup bitenlere vakıf olmak için şahane bir kitap diye düşünüyorum.

Korkaklar ölmezden önce ölüp dururlar;
Yiğit olan bir kez tadar yalnız ölümü. [sf 42]

Her dost görünen dost olmuyor, Caesar!
Bunu düşünmekse burkuyor 
Brutus'un yüreğini. [sf 46]

*Diğer iki oyun: Antonius ve Kleopatra, Coriolanus.

11 Ağustos 2017 Cuma

BİR YAZ GECESİ RÜYASI William Shakespeare

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 95

Bir Yaz Gecesi Rüyası, uzun zamandır aklımda duran, ilk fırsatta okumak istediğim Shakespeare oyunlarından biriydi. İsmi zihnimde son derece şairâne akisler yapıyor, bir takım hoş hayaller uyandırıyordu. Bu sebeple Mayıs ayındaki II. Shakespeare okumamız esnasında ilk sıradaki kitabım oldu.

Antik Yunanistan'da geçen hikayenin başlangıcında, Atina dükü Theseus ve Hippolyta'ın düğün törenlerine hazırlık yapılmaktadır. Bu esnada dükün dostlarından Egeus'un kızı Hermia'ya iki delikanlı talip olur. Hermia, Lysander'ı seçerken, babası diğer aday Demetius'la evlenmesini istemektedir. Gençlerin imkansız görünen birliktelikleri onları ezelden beri süregeldiği şekliyle bir maceraya sürüklerken, yollarına çıkan koruluktaki peri tebaası da durumu iyice güçleştirecek oyunlar oynamakta, büsbütün gülünç bir komedyaya yol açmaktadır. Perilerin eğlencesinden, dükün düğün şenliği için bir oyun sahneleyecek olan bir tiyatro topluluğu da nasibini alır, işler iyice karışır.

Oyunun ana konusu bir aşk hikayesi olmakla beraber, Shakespeare'ın tüm yazdıklarında olduğu gibi bu hikayede de bulunan insani zaaflar, hırslar, neşe ve üzüntülerin yanısıra, oyun içinde oyun kurgusuyla yazıldığı dönemin tiyatrosuna dair bir eleştiri de içeriyor.

Bir Yaz Gecesi Rüyası'ndan birkaç sayfa okur okumaz, tam da bahar sonu, yaz başına denk gelen bu nahif, büyülü hikayenin hayalgücümü süratle harekete geçirdiğini farkettiğimde, okumadan çok önce de hayli beğenecekmişim gibi hissetmemin, hatta adı geçtiğinde bile heyecan duyuşumun boşuna olmadığını anlamıştım. Yanıltıcı bir beklenti değilmiş.

Bazen kederin gözlerini kapatan uyku gel,
Biraz olsun, al götür beni kendimden. [sf 62]


Düşler nasıl çıkarıp bulursa bilinmeyen şeyleri,
Şairin kalemi de biçim verir hiçliklere, hayallere;
Uygun bir görünüş bulur gönlümüze hoş gelen duygulara,
Ve bir ad koyar onlara.
Ucu bucağı olmayan hayal böyle oyunlar oynar işte. [sf 78]

10 Ağustos 2017 Perşembe

YOKSULLUK İÇİMİZDE Mustafa Kutlu

Yayın Evi: Dergâh Yayınları
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 104

Methini çok duyduğum, sevenlerinin külliyatını sıra sıra dizdiği Mustafa Kutlu'nun en azından bir kitabını muhakkak okumak istiyordum ama filmi de çekilen Uzun Hikaye çıkıyordu daha çok karşıma. Diğerlerinden hangisini seçeceğimi bilmiyordum ki edebi zevkine güvendiğim bir arkadaşım Yoksulluk İçimizde'yi okuyup tavsiye etti, ben de onu aldım. 

Her biri kendi başına da bir hikaye sayılabilecek, esâsen birbirinin devamı olan bölümlerden oluşan bu kısa roman, Süheyla adında bir genç kızın yaşadığı büyük bir hayalkırıklığının ardından maneviyata yönelmesiyle hayatının akışının değişmesini anlatıyor. 

Bir kitabını okumak Mustafa Kutlu'nun kalemine aşina olmaya elbette kâfi gelmez ama bana Attila İlhan'ın şiirleri gibi taze ve derin bir Türkçe'ye haiz olduğunu düşündürdü, onu hatırlattı kelime dizişleri ve duygu anlatımları açısından. Hikaye ve anlam olarak benzerlik söz konusu değil tabii. 

Yazarın diğer yazdıklarını okudukça, yeni kitaplarını heyecanla bekleyen, o tutkun okuyucularından biri olur muyum bilemiyorum ama en azından birkaç tanesini daha okumak isterim.

Şimdi kızın bu ihaleden ne zaman bahsetmiş olduğunu bir türlü çıkaramayan ve bu yüzden kırışan alnına aldırmayarak; daha doğrusu bu alnı, bu alışveriş laflarına her başladığında, koyulaşıp, durgunlaşan gözleri, bu aşağı doğru çekilen çizgileri ile aniden hüzünleniveren yüzü görmezlikten gelebilir. İşte Süheyla'nın adı gibi bildiği ve bilip bildiğinden korkunç tedirgin olduğu bu görmezlikten gelmedir. Bu ağzı konuştukça köpüklendiren coşku... [sf 38] 

9 Ağustos 2017 Çarşamba

SEÇİLMİŞ ŞİİRLER Anna Ahmatova


Yayın Evi: Adam Yayıncılık
Basım Yılı: 1984
Sayfa Sayısı: 94

Güzel, nispeten zengin bir seçki, şiirin havasını mahvetmeyen
sağlam bir çeviri. Anna Ahmatova'nın tüm yazdıkları düzenli bir şekilde yayınlansa çok iyi olurdu ama şimdilik bu kadarıyla
yetinmek zorundayız.

Nasıl unuturum? Yalpalayarak çıktı gitti. 
Eğri bir acı konmuştu ağzına.
Korkuluklara değmeden merdiveni indim
Ardından koştum avlu kapısına

Soluk soluğa bağırdım: ' Şaka
Tüm bu olanlar. Gidersen beni öldürürsün.'
Güldü tüyler ürperten bir rahatlıkla
Ve dedi: 'Rüzgârda durma, üşürsün.' [sf 13]