22 Mayıs 2015 Cuma

DR. MARCH'IN DÖRT OĞLU Brigitte Aubert

Yayın Evi: Metis Yayınları
Basım Yılı: 1992
Sayfa Sayısı: 163

Meraktan çatlayarak okudum Dr. March'ın Dört Oğlu'nu, katilin ve Jeanie'nin günlüklerini. Böyle ürpertici bir kitabın bu kadar incelikle yazılması hayrete şayan güzellikteydi.

Hırsızlık sebebiyle hapis yatıp çıkmış, sabıkalı bir genç kız olan Jeanie, Dr. March'ın evinde hizmetçi olarak çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra hanımının kürk mantosunu gizlice denerken, astarında birkaç kağıt bulur. Bu yazıların işlediği seri cinayetleri fütursuzca ve zevkle anlatan bir katilin güncesi olduğunu farkedince büyük bir korkuya kapılan genç kız, endişelerini kendi günlüğüne yazmaya başlar. 

Katil, Dr. March'in dördüz oğullarından biri olduğunu söylemektedir. Sabıkası ve zamanı dolmuş vizesi gibi dertleri yüzünden polise gidemeyen Jeanie, yoğun kar yağışı sebebiyle yolları kapanmış kasabada kapana kısılmış gibidir. Onun müzisyen, avukat, sporcu ve bilgisayar uzmanı olan dört delikanlıdan hangisi olduğunu bulmaya çalışırken, tuttuğu notların okunduğunu anlayan katilin hedefinden kaçabilecek midir?

Bugüne kadar Agatha Christie dışında okuduğum polisiyelerin çok azından keyif almış biri olarak, bu türde yeni yazarlar keşfetmeye pek hevesli değilim. Buna rağmen Metis Polisiye'lerine olan sempatim ve bu yazı sebebiyle kitabı listeme eklemiştim. Bir solukta okudum, çok beğendim, çözümün mantık çerçevesi içinde, hayal ettiğimle örtüşmesi ayrıca hoşuma gitti.

Dr. March'ın Dört Oğlu temposu hiç düşmeyen, korku-heyecan dozajı çok iyi ayarlanmış bir roman. Brigitte Aubert'in ilk kitabı ve bildiğim kadarıyla Türkçe'ye çevrilmiş iki polisiyesinden biri. Diğer romanlarını da keşke Metis o güzelim kapaklarıyla yayınlasa ve okusak diyorum.

*Aubert'in romanlarından bir kısmı (Metis  Yayınevi sitesinden):

La Rose de fer (1993; Demir Gül), 1997'de Grand Prix de Littérature Policière ödülünü aldığı La Mort des Bois (1996; Ormandaki Ölüm), Requiem Caraibe (1997, Karayip Ağıdı), Éloge de la phobie (2000, Korkuya Övgü), Funérarium (2002; Cenaze Evi), Rapports brefs et étranges avec l'ombre d'un ange (2004, Bir Meleğin Gölgesiyle Kısa ve Tuhaf İlişkiler), Le Chant des sables (2005, Kumların Şarkısı), Une âme de trop (2006, Fazladan Bir Can), Reflets de sang'dır (2008, Kan Yansımaları).


21 Mayıs 2015 Perşembe

TOPLU OYUNLARI 2 Federico García Lorca

Yayın Evi: Mitos Boyut
Basım Yılı: 2008
Sayfa Sayısı: 149

İzlemeyi istediğim oyunların metinlerini okumak hoşuma gidiyor. Lorca'nın kitabını da bu sebeple almıştım. Kitaptaki üç piyesi de güzel buldum, özellikle Kız Kurusu Gül Hanım çok dokunaklıydı.

Ayakkabıcının Karısı, yaşlı bir ayakkabı tamircisi ile genç, güzel ama şirret bir kadın olan karısı arasında geçen bir hikayeyi anlatıyor. Sonunu bağlayışını çok sevdim. 

Bay Cristobal'ın Kukla Oyunu, bir kukla kızla evlenen Cristobal'in düğün gecesinin sabahı uyandığında, dört minik kuklanın babası olduğunu öğrenmesi üzerine, oyunun içinde yönetmen ve şairin (yazarın) da bulunduğu bir güldürü.

Kız Kurusu Gül Hanım, Endülüs'te amcasının yanında yaşayan kimsesiz bir genç kızın, Güney Amerika'ya çalışmaya giden nişanlısını uzun yıllar bekleyişinin hikayesi. Rosita (ispanyolca: gül), vefasız sevgilisini beklerken, çiçeklere meraklı bir adam olan amcasının bahçesinde yetiştirdiği kırmızı güller gibi yavaş yavaş solar ve tükenir.

Bu son piyeste, geçen zamanla beraber arkaplanın incelikle değişmesi; Rosita'nın gençliğinde çiçeklerle dolu olan ev ve camekanlı bahçenin, hikaye biter ve evden taşınırlarken bir harabeye dönmesi çok anlamlıydı. Karakterlerin dilinden dökülen şiirler, dedikoducu komşuların imâları, Rosita'nın inancı, duru, saf güzelliği, hayat yanından geçip giderken bir fanusun içinde yaşıyormuşcasına elini uzatıp tutmaması yine bu öykünün insanın içine dokunan tarafları diye düşünüyorum.

Bir hikayeyi iyi bir şair kurguluyorsa, hayli derin ve incellikli olması çok da şaşılacak bir şey değil aslında. Ne zaman sıra gelir bilemem ama Lorca'nın diğer oyunlarını da okumak niyetindeyim.

'Sabah olup açtığında
tıpkı kan gibi kıpkırmızı.
Çiy onun yanına yaklaşmaz
yanmaktan korkar.
Öğlen iyice açılır
dipdiri mercan misali.
Güneş camlara yaklaşır
onun parlaklığına bakmak için.
Kuşlar dallara konup
ötmeye başladığında
ve baygın düştüğünde ikindi,
denizin mevişi üstüne
beyazlaşır rengi,
tıpkı soluk bir yüz gibi.
Gece çöktüğünde, yumuşak
bir ay parçasına döner
yıldızlar ilerleyip de
Rüzgâr geriledikçe 
karanlığın içinde
dökülmeye başlar yaprakları. ' 

Kız Kurusu Gül Hanım veya Çiçeklerin Dili [sf 88-89]



20 Mayıs 2015 Çarşamba

DON ISIDRO PARODİ'YE ALTI BİLMECE Bustos Domecq

Yayın Evi: Metis Yayınları
Basım Yılı: 1993
Sayfa Sayısı: 138

Jorge Luis Borges ve yakın arkadaşı Adolfo Bioy Casares'in birlikte yazdıkları altı dedektiflik öyküsünü içeriyor kitap.  Bustos Domecq adı, iki yazarın dedelerinin soyadlarından oluşan bir mahlas.

Metis Polisiye romanlarına, özellikle böyle ilk sayfası kapakta başlayanlarına ilgim var. Hem bu seri, hem de Borges'in polisiye türünde neler yazmış olabileceğini merak ettiğim için almıştım bu kitabı.

*Gökyüzünde On İki Burç
*Goliadkin'in Geceleri
*Boğaların Tanrısı
*Sangiácomo'nun Öngörüleri
*Tadeo Limardo'nun Kurbanı
*Tai An'ın Uzun Arayışı


Bulmacalı edebiyatın iyi örneklerinden biri olan kitaptaki hikayelerden favorim; Gökyüzünde On İki Burç. Bilmecesi ve çözümü etkileyiciydi. Diğer hikayeleri okurken aynı merak ve heyecanı duyduğumu söyleyemeyeceğim.


19 Mayıs 2015 Salı

KIZILCIK DALLARI Reşat Nuri Güntekin

Yayın Evi: İnkılap Kitabevi
Basım Yılı:2014
Sayfa Sayısı: 216

Diğer Reşat Nuri eserlerinin Çalıkuşu'nun gölgesinde kalmasının muhakkak bir sebebi var. Çok iyi denilebilecek başka romanlar yazmış, bazılarında Feride'nin hikayesinin nahifliğine benzer dokuları bulmak bir parça mümkünse de, başyapıtındaki zengin anlatım, mekan değiştikçe yaşananların da farklı renkler alarak şekillenmesi, o macera hissiyle heyecanlandıran hal yok.

Pendik'te bir köşkün sahibi, zengin ve titiz Nadide hanımefendinin, amcasıyla yaşayan kimsesiz ve fakir bir kız çocuğu olan Gülsüm'ü evlatlık olarak alıp yetiştirmesi, Gülsüm'ün köşk ahalisiyle olan iyi-kötü sergüzeşti anlatılıyor Kızılcık Dalları'nda. 

Gülsüm, Reşat Nuri'nin ele avuca sığmaz kızlarından, haylazlıklarının gerekçeleri bariz ve tüm o havai hallerinin ardında gizlenen bir hüzün var ama sempati değil sadece biraz acıma uyandırıyor.

Dönem dönem Türk Edebiyatı aşermek gibi, kendi dilimde yazılmış, lezzeti tanıdık birşeyler okumak ihtiyacı hissediyorum. Kızılcık Dalları'nı da öyle bir sabahta okumuştum, hikayeden değilse de Reşat Nuri'nin yazım dilindeki maharetini hatırlamaktan keyif aldığımı söyleyebilirim.



18 Mayıs 2015 Pazartesi

BİR HANIMEFENDİ'NİN ÖLÜMÜ Perîde Celâl

Yayın Evi: Can Yayınları
Basım Yılı: 2003
Sayfa Sayısı: 165

Banyosunda intihar eden zengin ve yaşlı bir kadının ölümünün ardından evde taziyeleri kabul eden erkek kardeşi, çocukları, gelinleri ve hizmetçilerinin, daha cenaze kaldırılmadan maddi çıkarlar peşine düşmelerinin öyküsü, Bir Hanımefendi'nin Ölümü.

Kitapta Bir Hanımefendi'nin Ölümü hikayesinden başka bir öykü daha var. İkinci hikaye Ada, kızları hakkında konuşmak için, eski kocasının adadaki evine giden bir kadın ve orada geçirdiği bir günü anlatıyor. Geçmişi hatırlaması, çelişkileri v.s. Ada, ilk hikayeye göre biraz daha iyiydi diyebilirim.

Mektup ve bu kitaptan sonra başka Peride Celâl hikayesi okuma hevesim kalmadı. Yine de çok güzel bir roman olan Deli Aşk gibi, Üç Yirmidört Saat romanıyla başlayan edebi kalitesi yüksek dönemine dair diğer romanlarını okuyabilirim belki.