24 Temmuz 2011 Pazar

KARA GEMİ'DEN DEHŞET HİKAYELERİ_Chris Priestley

Yayın Evi: Tudem Yayınları
Basım Yılı: Ekim 2010
Sayfa Sayısı: 215

Montague Amca'nın Dehşet Hikayeleri'ne bayıldığım için Chris Priestley'in diğer kitabı Kara Gemi'den Dehşet Hikayeleri'ni de hiç tereddütsüz aldım okudum. Yine aynı esrarengiz anlatım, ürkütücü korku öğeleri v.s. bu kitaptaki hikayeler de Montague Amca'nınkilere çok benziyor diyebilirim. Zaten kendisi de kitabın sonunda gençlik halleriyle bir arzı endam ediyor.

Altını dalgaların oyduğu incecik bir köprüden geçilerek varılan kayalıkların üzerindeki eski bir handa geçiyor kitabımız. Şiddetli bir fırtınanın koptuğu ıssız gecede hastalanan iki küçük çocuğuna (Ethan ve Cathy) doktor getirmek için kasabaya gidiyor hancı. Bir süre sonra çocuklar kapının çalındığını duyup aşağıya iniyorlar. Gelen, üzerinde yıpranmış bir denizci üniforması olan yirmili yaşlarda bir delikanlı. Öyle soğuk ve rüzgarlı bir gecede davetsiz misafirlerini dışarıda bırakamayacaklarını düşünen Ethan, onu içeri alıyor. Thackeray isimli genç, ateşin yanında ısınırken çocuklara hikayeler anlatmaya başlıyor. Çeşitli lanetler, korkunç yaratıklar ve büyülerle karşılaşan denizcilerin öyküleri bunlar. Ethan ve kızkardeşi adamı dinlerken hem ürküyor hem de bu garip hikayelerden tuhaf bir zevk alıyorlar. Bir yandan da uzun zaman geçtiği halde dönmeyen babaları için merak içindeler. Thackeray, son hikayesi olan Kara Gemi'yi anlattıktan sonra handan ayrılıyor. Onun gidişinin ardından hana iki yabancı geliyor ve içeri giriyorlar. Ethan ve Cathy'i saran korku, adamların konuşmalarını dinlediklerinde anlayışa ve hüzne dönüşüyor. Kardeşi ile birlikte odalarına çıkıp uykuya (!) dalıyorlar.

Kara Gemi'nin başlangıç ve bitiş noktaları arasındaki ince bağlar, diğer kitapta olduğu gibi gerçekten çok iyi. Chris Priestley, salt korku hikayelerini bölüm bölüm vermek yerine temelde sağlam bir hikayeye oturtuyor hepsini. Kitabın sonundaki sürpriz, Alejandro Amenabar'ın harikulade filmi Ötekiler'e feci surette benzese de yine onun gibi çok dokunaklı ve güzel.  

Yalnız artık alıştığımdan mı, yoksa Montague Amca'nın gizemli evinin atmosferinden daha çok etkilendiğimden mi bilmiyorum, bu defa o kadar da ürkütücü gelmedi bana hikayeler. Salyangozlar başta olmak üzere tiksindiriciydi bir çoğu. "Denizci" ve "korsan" temalı hikayeleri  genel olarak sevmediğim için bu kitabı Montague Amca'nın Dehşet Hikayeleri kadar beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Ama yine çok dehşetengiz ve iyi yazılmıştı hepsi.    

22 Temmuz 2011 Cuma

EL YAZISINDAKİ SIR_Melih Arat

Yayın Evi: Hayy Kitap
Basım Yılı: 2008
Sayfa Sayısı: 208

El Yazısındaki Sır, adından da tahmin edilebileceği üzere bir yazı deşifre kitabı. Daha çok bu konudaki amatörlere yönelik bir başlangıç noktası da diyebiliriz.

El yazısından karakter tahlili konusu oldum olası ilgimi çektiğinden kitaptaki ipuçları da hoşuma gitti. Örnek metinler üzerinden çalışmalar ve öğrendiklerinizle kendinizi sınayabileceğiniz mini testler içeriyor. Sayfa düzeninde sağ ve sol kısımlardaki boşluklar, yazı eğimi ve şekli, yazım hızı ve baskısı, ayrıca bazı özel harfler üzerinde durulmuş. Bunların haricinde ünlü yazar ve şarkıcıların el yazılarından tahliller içeren bir bölüm bulunuyor.

En ilginci ise meşhur seri katillerin el yazı örnekleri ve imzalarının yorumlandığı bölüm. Yorumların -kişiler zaten bilindiğinden dolayı- ne kadar orijinal olduğu tartışılır ama o yazı örneklerini görmek açısından hayli ürpertici ve enteresandı.

Kitabı okurken doğal olarak kendi el yazı örneğim yanımdaydı. Okuduklarımı yazımın üzerinde düşünmek ve bazı çıkarımların ne kadar doğru olduğunu görmek hoşuma gitti. Eski zamanlardaki yazılarımın şekilleri üzerine de düşündüm bu arada ve onlardaki sonuçlar da aynı şekilde doğruydu. Yani el yazısının gelişimi, kişilik gelişimi ve ruhsal yaşam ile elbette ki doğrudan bağlantılı. Bu açıdan kitabı çok sevdim. Daha ayrıntılı ve detaylı olabilirdi ama başta da dendiği gibi bu bir "giriş" kitabı. Yine de gayet iyiydi.



19 Temmuz 2011 Salı

EMPEROR: RİSE OF THE MİDDLE KİNGDOM [2002]

 Yine İmpressions Games'ın şaheserlerinden biri; 2D stratejinin son kalelerinden Emperor: Rise of The Middle Kingdom, Çin uygarlığını en başından inşa etmeniz için sizi çağırıyor.

Pembe-beyaz ve eflatun ağaçlarla bezeli Çin bahçeleri, yağmura bakan gri-soluk atmosferi, çay ve pirinç tarlalarını yassı, sivri tepeli başlıklar giyerek ekip biçen yerliler, tapınaklarının estetik mimarisi ve daha bir çok güzelliğiyle hayli etkileyici olan oyunu, modernize edilmiş Çin ezgileri daha da hoş bir hale getiriyor.

Zeus ve Poseidon'un renkli, canlı, cıvıl cıvıl yerleşimlerinden sonra Emperor'un tonlarını hayli ağırbaşlı, bir o ölçüde de harikulade buldum.
Sırf şehrin sokaklarında dolaşarak yeni yılı kutlayan insanların özenle çizilmiş geleneksel kıyafetleri bile görülmeye değer. Oyunda meşhur Çin Seddi'ni, Büyük Çin Kanalı'nı ve Çin'in Kilden Asker Ordusu'nu da kurabiliyorsunuz. Harikulade!





18 Temmuz 2011 Pazartesi

BİZİM KAFENİN KIZLARI_Laura Schaefer

Yayın Evi: Epsilon Yayınları
Basım Yılı: Aralık 2010
Sayfa Sayısı: 231 (iri punto)


Bizim Kafenin Kızları, şimdiye kadar okuduğum en hoş gençlik romanlarından biri. Rengarenk kapağının cazibesine kapılarak almıştım ama okuyunca çok sevdim.

Annie Green, ergenlik çağının başlarında, yaşıtlarından biraz farklı takılan bir kız. Anneannesi Laura'nın sahibi olduğu çayevinde çalışmaya başladıktan kısa süre sonra işletmenin aslında maddi açıdan zor durumda olduğunu farkediyor ve çok sevdiği Yaprak Kafe'nin kapanmaması için Laura'nın Çay Güzelleri adını verdiği iki kız arkadaşı Genna ve Zoe ile beraber kolları sıvıyorlar. Bu arada kafede çalışan, Annie'nin fazlasıyla etkilendiği stajyer Jonathan da elinden geldiğince destek oluyor kızlara. Romanın nihayetinde kısmen de olsa mutlu sona ulaşıyorlar.


Kitabı beğenmemin asıl nedenlerinden biri; her bölüm başında çay üzerine ünlü yazarların kitaplarından birer alıntı veya özlüsözün yer alması. "Çay olan yerde umut vardır." Arthur W. Pinero, " Bir insanın içinde çay yoksa, o insan doğruyu ve güzeli anlayamaz." Japon Atasözü ve niceleri.. Ayrıca çok cici "çay" temalı çizimler mevcut sayfalarda. Annie ve Laura'nın çay yanında yenebilecek kek ve sandviç tarifleri, eskimoda, hoş çay reklamları da yer yer kitabı süslüyor.

Bu şirin ve neşeli olmasının yanısıra zarif bir perspektife sahip romanı okuyun. Eminim benim gibi, içindeki her bir ayrıntıdan keyif alacaksınız.


16 Temmuz 2011 Cumartesi

ZEUS: MASTER OF OLYMPUS [2000]

 Bir dönem gece gündüz başından ayrılmadan oynadığım Pharaoh'tan sonra İmpressions Games'ın ona benzer yeni oyunları olduğunu keşfettim. Pharaoh'ta (ve devamı olan Cleopatra'da) Mısır'da bir medeniyet kurarken Nil kıyısındaki tarlalarda ekip biçiyor, piramitler inşa ediyorduk. Harikulade evler, rüya gibi bahçeler, papirüs işleme merkezleri ve altın madenlerimiz vardı.

Zeus: Master of Olympus'ta mantık aynı olmakla beraber ana konsolu çok daha kullanışlı hale getirmişler ve tapınak inşa etmek çok daha kolay, ticaret yolları açmak için de sadece bir limanınız olması yetiyor. Ve elbette oyunu Yunan medeniyeti olarak inşa ediyorsunuz. Hipodrom, meydanlar, çok işlevli pazar yerleri, tiyatrolar, üniversiteler v.s. Zeus'un artıları.

Oyunun temelinde savaş gayesi olmaması en ciddi tercih sebebim. Böyle yapıcı, üretici strateji oyunları çok daha eğlenceli bana göre.  Hem göz zevkine, hem de zekanıza hitap ettiği ve bunu pozitif yönde yaptığı için daha doyurucu. Tabii isterseniz oyunun savaş içeren bölümlerinden birini de oynayabilirsiniz.

Zeus'un her tarafını kurcalayarak suyunu çıkardığım için, şu sıralar eklentisi Poseidon'a başlamak üzereyim. Sonra bir de Çin medeniyeti var. :)

Başta Pharaoh olmak üzere bu harikulade oyunları mutlaka oynamanızı tavsiye ediyorum.



15 Temmuz 2011 Cuma

NORA ROBERTS : VİSİON İN WHİTE [2010]

Nora Roberts_Beyaz Düşler kitabının hikayesi üzerine kurulan oyun, aşağıda örneklerini göreceğiniz mükemmel çizimlere sahip. Saklı obje sahnelerinin yanısıra, düğün planlama şirketi Vows'da çalışarak, Mac'le fotoğraf çekiyor, Laurel'le pasta süslüyor, Emma'yla çiçek düzenliyor ve  düğün davetine gelen konukları masalarına yerleştirip Parker'a yardımcı oluyorsunuz. 


Bu güzel oyunu soğuk, karlı bir kış gününde, bir fincan limonlu çay eşliğinde oynamanızı tavsiye ediyorum.








14 Temmuz 2011 Perşembe

BEYAZ DÜŞLER_Nora Roberts

Yayın Evi: 318
Basım Yılı: 2009
Sayfa Sayısı: 318

Nora Roberts Vision in White  çizimlerini ve bulmacalarını çok sevdiğim bir saklı obje oyunuydu. Hikayesinin arkasında bir kitabın olduğunu anlayınca okumak istedim. Gerçi almadan önce de az çok nasıl bir kitapla karşılaşacağımı biliyordum ama merak işte.

Fotoğrafçı Mackenzie, üç arkadaşı; Connecticut'ta ailesinden kalan büyük evi bir düğün organizasyonu mekanına çeviren Parker, pasta tasarımcısı Laurel ve çiçek düzenleyicisi Emma ile birlikte çalışmaktadır. Mac, düğününü planladıkları gelinlerden birinin erkek kardeşi olan Carter'a aşık olur. Çeşitli iniş çıkışlardan sonra ilişkilerini evlilikle noktalamaya karar verirler.

Düğün krizlerini, çiçek ve pasta düzenlemelerini oyunda çok sevmişken, okurken kitapta fenalık geldi açıkçası. Yapay istekler, özenti konuşmalar ve boş kafalar yığınını süsleye püsleye anlatmaktan ve bunu defalarca aynı şekilde yapmaktan nasıl bıkmıyor Nora Roberts, anlaşılır şey değil. Sims evi düzenler gibi mekanı kuralım, içine birkaç kız ekleyelim, bunlara tavır belirleyelim, tamam.

Sonuç; çabuk okunan, üzmeyen yormayan ama bir şey de katmayan klasik bir "beyaz dizi" romanı. Çok çok kötü değil ama gene de kitabı okumak yerine oyununu oynarsanız yeter diyorum. Konuyu orada da özet geçiyorlar zaten. :)








BİR NOEL EZGİSİ_Charles Dickens

Yayın Evi: Oda Yayınları
Basım Yılı: 2000
Sayfa Sayısı: 128

Sevgili arkadaşım Deniz'in tavsiye listesinde gördüğümde okumak istemiştim Bir Noel Ezgisi'ni.

Dickens'ın tarzını severim ama bu hikayeden aynı tadı alamadım. Fazla gerçekçi olduğum bir dönemde okuduğumdan yahut Charles Dickens bu hikayeyi ihtiyaç gayesiyle çabucak yazdığı için konuyu çok zorladığından kaynaklanmış olabilir bu.

Noel'e bir gün kala, cimri ve duygusuz bir ihtiyar olan Scrooge işinden eve döndüğünde, onu tuhaf bir misafir beklemektedir: yedi yıl önce ölen ortağı Marley'in hayaleti. Marley, ona insaniyetten uzak eğilimlerinden vazgeçmesi için son bir şans verildiğini, bunu iyi değerlendirmesi gerektiğini söyler. Üç gece boyunca Scrooge'u üç ayrı ruh ziyaret edecek ve ona çeşitli dersler verecektir. Yaşlı adam, bu ruhlarla beraber sırasıyla geçmiş, şimdi ve gelecek zamana giderek olup biteni görür. Çevresindekilere karşı daha duyarlı davranması gerektiğini, yoksa ne kadar sevilmeyen ve yalnız bir adam olduğunu ve o şekilde de öleceğini anlar, tamamen değişir, merhametli ve eliaçık bir insan haline gelir.

Yazarın hikaye ve romanlarıyla "Noel" simgelerinin (beyaz karlar, çam ağacı, kızarmış hindi, yılbaşı kartları v.b.) oluşumuna büyük katkıda bulunduğu göz önüne alınırsa bu hikaye de Hristiyan kültürü için önemli yapıtaşlarından biri denilebilir. Unutulmaya yüz tutmuş geleneklerini canlandırma kaygısı, hikayenin temelini oluşturuyor.

Geleneksel "Noel Ruhu" yaklaşımının yanısıra Bir Noel Ezgisi, dünya üzerinde yazılmış ilk zaman yolculuğu hikayesi olarak da anılıyor. Zincirlerini sürükleyen hayaletler ve belirip kaybolan görüntülerin ürkütücülüğüne bakarsak gothik bir hikaye aynı zamanda.

Yine de Charles Dickens okuyacaksanız Büyük Umutlar, David Copperfield veya İki Şehrin Hikayesi'nden başlayın derim.


11 Temmuz 2011 Pazartesi

FİRAVUN AĞACI_Agatha Christie

Yayın Evi: Akba Yayınevi
Basım Yılı: 1964
Sayfa Sayısı: 248

Firavun Ağacı, Agatha Christie'nin çok enteresan bir denemesi. Eski Mısır'da geçen bir cinayet romanı yazma fikri başlangıçta onu da ürkütmüş ama Antik Mısır uzmanı arkadaşı Stephen Glanville, 4000 yıl önceki Mısır'da gündelik yaşam ve ev hallerine dair birçok şeyi anlatarak yardımcı olmuş. Christie, böyle dostları ve araştırmaları ışığında çok iyi bir iş çıkarmış ortaya.

Nil Nehri'nin kıyısında bir tapınak rahibi (koruyucusu) olan İmhotep, annesi, oğulları, gelinleri ve dul kaldığı için babaevine geri dönen kızıyla yaşamaktadır. İşleri için Kuzey'e gittiğinde kendine eş niteliğinde bir odalık getirir. Genç ve güzel bir kadın olan Nofret, aileye karşı öfkesi ve İmhotep'e her istediğini yaptırmasıyla herkesi çileden çıkarır. Evin tüm huzuru kaçmıştır. Ve ölüm kara gölgesini aile fertlerinin üzerine bir bir düşürmeye başlar..

Romanın başında Renisenb'in gözünden resmedilen Nehir kıyısındaki geleneksel Mısır evi, buğday tarlaları, keten kumaşlar, papirüsler, hiyeroglifler, yelkenliler, boncuklar.. Yazarın tahayyül ettiği mekanları basit sözcüklerle verişi çok yerinde bir tavır. Böylelikle gizemli bir hale bürünüyor anlatılanlar ve okuyucu eksikleri zihinde tamamlamanın güzelliğiyle hikayeyi daha bir benimsiyor.

Kitaptaki bu masalsı anlatım karakterlerin gerçekçi çizimiyle bütünleşince de çok hoş bir hal alıyor. Christie, her birinin üzerinde özenle durmuş ve ayrı birer kişilik vermiş onlara. 'Aile reisi' konumunun içini dolduramayan Rahip İmhotep; dalkavukça övgülere aldanan, otorite kurmak isteyip başaramayan, küçük oğlu İpi'ye aşırı düşkünlüğüyle gerçeğe çok yakın bir baba figürü. Ailenin tek kızı Renisenb'in değişen düşünceleri, akıllı ve güvenilir kâtip Hori, genç, yakışıklı ve neşeli bir diğer kâtip Kameni, Nofret'in lanet gibi herkesi etkileyen kini, İmhotep'in oğulları Yahmos, Sobek ve İpi'nin birbirine zıt karakterleri, bilge büyükanne Esa..

Hayli fazla sayıda olan roman kişilerinin mikroskopik bir şekilde sunulmasıyla bana Şahidin Gözleri'ni anımsatıyor bu kitap. Christie'nin bir diğer şaheseri olan Şahidin Gözleri'nde de enteresan bir aile mozayiği ve her bireyin kendine has hikayesi vardı. Öte taraftan Firavun Ağacı, Agatha Teyze'mizin peşpeşe cinayetleri sıraladığı nadir kitaplardan. Genelde bir-iki en fazla üç ölüm olur romanlarında ama bu kitap vukuat sayısı açısından neredeyse On Küçük Zenci'yle yarışıyor. Zaten aynı onun gibi tamamen kendine özgü, Agatha Christie'nin başka hiçbir kitabına benzemeyen harikulade bir havası var.

Firavun Ağacı'nın bölüm başlarında hiyeroglif işaretler de görüyoruz. Yine bir uzman çevirisiyle, bu işaretler İkinci Krallık zamanında yaşayan Heqanakhte isminde bir adamın, odalığına karşı ailesinin kötü muamelesinden yakınışını anlatıyormuş. Christie antik metinlerden ilham almasının yanı sıra, kitabına tema olarak eski Mısır tarım takvimindeki mevsimleri seçmiş. Mitolojik tanrılar, mezar adetleri ve kötü ruhların kovulması için yapılanları da ince ince işlemiş hikayenin içine.

Teknik ayrıntıların titizlikle yerleştirilmesi, atmosferin kurulması v.b. konularda ne denli mükemmel olursa olsun bu kitabın beni en çok etkileyen tarafı insani ilişkilere dair anlattıkları.. Şimdi ya da 4000 sene önce Mısır'da, Christie'nin sık sık tekrarladığı gibi insanlar hep aynı. Çocuklarıyla mutlu, dul bir baba gidip eve kötü niyetli bir kadın getirince ne olur? Aynı hırslar, çekememezlikler, paylaşılamayan ilgi, nefret ve sonucunda mutsuzluk.. Asla geri gelmeyen huzur.

Diğer taraftan Firavun Ağacı'nın bir diğer güzel gölgesi; o çok sevdiğim finalinde anlattığı gibi kalben sevmek ya da sadece görüntüyü sevmekten ibaret olan aşk. Yani Renisenb'in, yanında huzur bulup, saatlerce konuşmadan oturabildiği, kalbine vakıf olduğu olgun, bilge Hori veya bahçede aşk şarkıları söyleyen tatlı sesi, güneşten yanmış geniş omuzları, yakışıklı yüzünde hep bir tebessümle dolaşan Kameni. Hori'yi düşüncelerinden dolayı biraz Hercule Poirot'ya benzetmiyor da değilim. İnsana onun gibi güven veren, ne dediğini ne yaptığını bilir biri. Katili çok önceleri keşfedişi, insanları inceleyerek onlar hakkında verdiği hükümlerin isabeti de çok benziyor.

Yılan İçini Döktü, 4000. Yıl Önce İşlenen Cinayet gibi isimlerle sadece eski basımlarını bulabileceğiniz Firavun Ağacı, Christie hayranlarının mutlaka okuması gereken bir kitap. Klasik polisiyelerine genel anlamda benzemese de, onun kaleminden eski Mısır medeniyetine dair bir roman okumanın harika bir duygu olduğunu söyleyebilirim.

Kameni'nin Şarkısı:

Memphis'e gideceğim.
Hakikatler Tanrısı Ptah'a gideceğim ve diyeceğim ki,
Bana sevgilimi ver, bu gece.
Nehir bu gece kıpkırmızı, kadife gibi akıyor..
Ptah onun sazları, Sekhmet lotus yaprakları..
Orith goncaları, Nefertiti çiçekleri..
Ptha'a gideceğim ve diyeceğim ki,
Bu gece sevgilimi ver bana.
Şafak onu güzelliği için söküyor,
Memphis onun güzelliğine sunulan bir tabak aşk elmasıdır..

Sevgili arkadaşım Deniz'le Agatha Christie Okumaları mızın son kitabı idi bu. Geçirdiğimiz zaman dilimi bu güzel Christie'lerle çok keyifliydi. Umarım yenilerini de yapmak nasip olur. Tekrar teşekkürler canım.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

GECE GELEN ÖLÜM_Agatha Christie



Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 1991
Sayfa Sayısı: 175

Güneş ufukta yükseliyordu. Doğuda gök kırmızı, turuncu ve pembe renklere bürünmüştü. Poirot alçak sesle "Ne güzel manzara..." diye mırıldandı.
Solumuzda nehir kıvrılarak uzanıyor, tepe ise altındanmış gibi duruyordu. Güneyde ise tarlalar ve çiçekli meyve ağaçları uyuklamaktaydı. Uzaklardan su dolabının sesi geliyordu. Kuzeyde ise ince minareleriyle bembeyaz peri ülkesi Hasaniye vardı. [sf 136]

Bu tasvir, şimdiye kadar okuduklarım içinde beni en çok etkileyenidir. Sade, birkaç kelimeyle çizilen bütün bir hayal manzarası.. Son okuyuşumda belki çeviriyle toparlanmıştır diye orijinaline de baktım, aynı şekilde güzeldi. 

Gece Gelen Ölüm, bilinçli bir şekilde okuduğum ikinci Christie kitabı hayatımda. İlki Noel'de Cinayet ki yazarla tanışmak adına gerçekten şanslıymışım. 

Amy Heran isimli bir hemşirenin anlatımıyla sunulan roman, Irak'ta geçiyor. Heran Hemşire, yanlarında çalıştığı aileyle birlikte Bağdat'a gittikten kısa bir süre sonra doktor Giles Reilly'le tanışıyor ve onun arkeolog bir arkadaşının karısına göz kulak olmak üzere arkeolojik kazı grubunun kaldığı eve gidiyor. Dr. Leidner'in karısı Louise, 35 yaşlarında, çok güzel ve etkileyici bir kadın. Etrafındakilerin hem hayran olduğu, hem de gereksiz yere evham yaptığını düşündükleri Louise, Heran Hemşire'ye öldürülmekten korktuğunu söyledikten kısa bir süre sonra odasında başına aldığı darbeyle ölü bulunuyor. O esnada Irak'ta bulunan Dr. Reilly'nin arkadaşı Hercule Poirot, vakayı ele alıyor ve sonuca ulaşıyor elbette..

Louise Leidner, Agatha Christie'nin psikolojisi üzerinde en fazla titizlendiği roman karakterlerinden biri bana göre. Onu tanımlamak, okuyucunun gözünde tamamen canlandırabilmek için envai çeşit yollara başvuruyor: ünlü İngiliz şair John Keats'ın şiirindeki  La Belle Dame Sans Merci'ye (Acımasız Güzel Kadın) benzediğini söylüyor mesela. La Belle Dame Sans Merci*, Keats'ın şiirinde kendine aşık ettiği genç şövalyeyi soğuk bir tepede ölüme terk eden harikulade güzellikteki bir orman perisi.  Agatha Christie'nin solgun sarı saçlı, menekşe gözlü olarak anlattığı Louise, Andersen masallarındaki küçük Kay'ı kandırarak sarayına götürüp buzdan bir heykele dönüştüren Karlar Kraliçesi gibi aldatıcı ve tehlikeli bir cazibeye de sahip. Yazarın bu edebi benzetmeleri Gece Gelen Ölüm'ü çok hoş bir şekilde zenginleştirip, derinlik veriyor. Kitap içinde kitap varmış gibi başka âlemlere gidiyorsunuz okurken.

Gece Gelen Ölüm'de masal ve şiirlerin haricinde, olumlu-olumsuz bazı kitap referansları da var. İlk bölümde Heran Hemşire'nin okuduğu Hastanede Cinayet isimli roman Ngaio Marsh'a ait. Hemşire kitabın hiç de gerçeğe uygun olmadığını düşünerek elinden bırakıyor. Ayrıca Hercule Poirot'nun, Bayan Leidner'in minik kitaplığını yorumlarken değindiği noktalar çok ilginç. 

Yine bu kitap sevgili Poirot'muzun muzip deneylerine sahne olması dolayısıyla da eğlenceli bir hal alıyor zaman zaman. "Onun kolunu sokan arı bendim!" derken yaptığı gibi hokus pokuslar, bakmadan gördükleri v.b., onunla birlikte yaşanan keyfi arttırıyor. Ve kitabın sonundaki "cinayetin çözümü" konuşmasına başlarken kullandığı Arapça cümle.. Ne zaman okusam, o bölüme geldiğimde beni heyecanlandırıyor. Poirot'nun zeka ve hissî kuvvetine yakışır bir seçim yapmış Christie. Belçikalı bu Irak seyahatinden dönerken de meşhur Doğu Ekspresinde Cinayet vakasına karışıyor. 


*La Belle Dame Sans Merci 

Seni ne üzebilir, ey zırhlı şövalye!
Yalnız dolaşıyorsun, benzinde solgunluk var.
Sazlar kurudu artık gölün kıyılarında.
Ötüşmez oldu kuşlar.

Seni ne üzebilir, ey zırhlı şövalye!
Ne kadar da bitkinsin, terketmiş seni rahat,
Sincap doldurdu artık kışlık ambarlarını,
Yapıldı bitti hasat.






Bir zambak görüyorum senin alnında açmış
Istırap nemi ile humma çığı taşıyan,
Ve solan bir gül gibi yanağının üstünde
Son demini yaşayan.

Bir hatuna rastladım kırlarda dolaşırken,
En güzelden de güzel – gerçek bir perikızı,
Topuklarında saçı, keklik gibi sekişli,
Vahşi – ürkek bakışlı.

Çiçeklerden bir çelenk ördüm onun başına,
Sonra bileziklerle bir kemer hoş kokulu;
Gözlerime baktı da sevdalı gözleriyle,
'Ah!' etti o tatlı sesiyle.

Tuttum, onu bindirdim rahvan giden atıma
Ondan sonra bütün gün bilmedim gördüğümü,
Eğilerek bir yana çünkü çağırdı durdu
Bir peri türküsünü.

Lezzetli, haz verici kökler çıkardı bana,
Yaban balı topladı, kudret çiği içirdi,
Ve sonunda dedi ki kendi peri dilinde
‘Çok seviyorum seni.’

Sonra götürdü beni büyülü mağarasına,
Orda gözyaşı döktü, bir ah çekti kederle,
Orda kuruttum ben de o vahşi gözlerini
Yanan öpücüklerle.

Orada uyuttu beni tatlı ninnileriyle,
Bir rüya gördüm orda – Ah! bahtım ne de kara,
Biraz önce gördüğüm pek taze bir rüya bu
Bu ürperten yamaçta.

Solgun krallar gördüm, prensler, savaşçılar
Ölüm solgunluğuydu hepsinin yüzündeki;
Haykırarak dediler ki – ‘La Belle Dame Sans Merci
Beni de tutsak etti!’

Kavruk dudaklarını gördüm akşam alacasında
Büyük büyük açılmış müthiş bir uyarmayla.
Birden uyanıverdim, burda buldum kendimi
Bu ürperten yamaçta.

İşte bundan dolayı buradayım şimdi ben
Yalnız dolaşıyorum, benzimde solgunluk var,
Kurumuş da olsalar sazlar göl kıyısında
Susmuş da olsa kuşlar.

John KEATS







   

8 Temmuz 2011 Cuma

Biblio'nun Kütüphanesi "Son Durum"..






BRİÇ MASASINDA CİNAYET_Agatha Christie

Yayın Evi: Altın Kitaplar
Basım Yılı: 1996
Sayfa Sayısı: 176

Agatha Christie Haftamız dahilinde okuduğum ilk kitap Briç Masasında Cinayet, ünlü yazarın da kendi kitapları içinde en beğendiklerinden biri. Hatta orijinal baskının önsözünde bu beğenisini dile getirerek, briç masasını ne denli ustaca kurduğunu anlatıyor.

Kitap sevgili Hercule Poirot'muzun bir sergide Bay Shaitana ile karşılaşmasıyla açılıyor. Mefisto görünümünde, kendisini çok kurnaz zanneden ve insanlarla acımasızca oynamayı seven bir adam, Shaitana, ünlü dedektife elinde onun ilgisini çekebilecek değişik parçalardan oluşan bir koleksiyon olduğunu söyleyerek, Poirot'yu daha önce ustalıkla cinayet işlemiş ve yakalanmamış insanları bir araya getireceği bir akşam toplantısına davet ediyor. Davetin katil masasını oluşturan konukları; mesleğinde uzman bir doktor; Roberts, savunmasız görünümlü genç bir kız Anne Meredith, genç ve yakışıklı bir adam Binbaşı Despard, zeki ve soğukkanlı yaşlıca bir hanım Bayan Lorrimer. Diğerleri; Poirot, gizli servisten şef Albay Race, başmüfettiş Battle ve ünlü cinayet romanları yazarı Ariadne Oliver "dedektif" dörtlüsünde yer alıyorlar. Yemek esnasında rahat durmayarak bazı imalı laflar sarfeden evsahibi Shaitana, akşamın ilerleyen saatlerinde zevkle oluşturduğu katil ve dedektif grupları briç oynarken öldürülünce,tehdit edildiği için tekrar cinayet işlemekten korkmayan kişinin kim olduğunu bulmak da Poirot'ya düşüyor.

Briç Masasında Cinayet'in en ilgi çekici taraflarından biri Poirot'nun katillerin psikolojileri üzerinde yaptığı incelemeler. Briç kağıtlarına bakarak ve şüphelilerden Shaitana'nın salonunda yer alan eşyaları tariflemelerini isteyerek onların kişilikleri hakkında birçok ipucuna ulaşıyor. Bu esnada geçmişte işlenmiş ve Shaitana'nın biliyor olması muhtemel cinayetleri araştırırken kendi çapında eğlenmesini izlemek çok hoş. Mesela Bayan Luxmore'la konuşurken İngilizlerin kriket merakıyla şairane bir şekilde dalga geçiyor. Bahsettiği Richard Lovelace'in meşhur Lucasta’ya, Savaşa giderken şiiri:

Bana kalpsiz deme sevgilim,
O bakir göğsünün ve sunduğun huzurun manastırını bırakıp,
Savaşa ve silahlara koştuğum için.
Doğrudur yeni bir aşkı kovalıyorum,
Meydandaki ilk düşmanı.
Daha da güçlü bir inançla sarılıyorum,
Bir kılıç, bir at ve kalkana.
Bu sadakatsizliğim öyle ki, sen de seveceksin onu. 
Seni bu kadar sevemezdim güzelim,
Sevmeseydim onurumu senden çok.


Richard LOVELACE


Poirot'nun "Küçük kuş için bir parça şeker" şarkısını mırıldanarak Anne Meredith'e uyguladığı "Fransız çorapları testi"ni içeren bölüm ise, Christie kitapları içinde en sevdiklerimden biri. Poirot da daha sonra neler yaptığını büyük bir keyifle anlatıyor. Gerçekten de, Belçikalı'nın kurduğu beceriksizce görünen sahte tuzağın ardından, kızın bunu farkedip atlattığını sanarak rahatlamasıyla peşinden gelen asıl tuzağa düşmesi öyle güzel ki..

Romanda önemli bir yer teşkil eden biri daha var: Agatha prototipi Ariadne Oliver. Kadının cinayet romanları yazarken kullandığı yöntemler, odasının karmakarışık tropikal dekorasyonu, okuyucularının çok sevmesine karşın kendisini sürekli zora sokan Finli dedektifinden yakınması v.s. hayli hoş ve tanıdık. Özellikle tuttuğu sekreterin fazla becerikli olmasıyla ilgili anlattıkları çok eğlenceli.

Briç Masasında Cinayet'in Christie'nin diğer eserleriyle bağlantıları da çok kuvvetli:

*Favori karakterlerimden Rhoda Dawes ve Binbaşı John Despard daha sonra Ölüm Büyüsü isimli kitapta evli bir çift olarak karşımıza çıkıyor. Gerçi Agatha Teyze'miz minik bir unutkanlık yaparak John'un ismini Colonel olarak değiştirmiş. :)

*Shaitana'nın evindeki yemekte, Poirot ile Anne Meredith konuşurlarken, genç kız Belçikalı dedektifin A.B.C. Cinayetleri (Cinayet Alfabesi) olayını çözen kişi olduğunu söylüyor. Yine Anne, Ariadne Oliver'i Christie kitaplarından biri olan Kütüphanedeki Ceset'in yazarı olarak tanımlıyor.

*Binbaşı Despard Poirot'ya cinayetleri çözerken daha önce hiç yanılıp yanılmadığını soruyor. Poirot buna karşılık son yanılgıya düştüğü tarihin 28 sene önce olduğunu söylüyor. Bu alışılmadık durum, Hercule Poirot İz Üzerinde kitabındaki hikayelerden birinde geçmekte; Çikolata Kutusu.

*Hercule Poirot, heyecanlı ve cesur bir kız olan Rhoda'ya, Doğu Ekspresindeki Cinayet'in suç aleti olan bıçağı gösteriyor.

Briç Masasında Cinayet, 5-6 yaşlarındayken ismini ve konusuna dair ufak tefek birkaç kırıntıyı duyduğumda çok meraklandığım, uygun yaşa geldiğimde ise defalarca okuyup hayran olduğum bir kitaptı. Şimdi, aradan geçen zamana rağmen cazibesinden hiç bir şey kaybetmemiş olduğunu farketmek çok mutlu etti beni. Christie okuyacaksanız mutlaka tavsiye ediyorum.


1 Temmuz 2011 Cuma

AGATHA CHRİSTİE HAFTASI [1-10 TEMMUZ 2011]


Sadece Agatha Christie okuyarak geçirdiğimiz güzel Nisan ayından sonra sevgili Deniz'le bir Christie etkinliği daha yapmaya karar vermiştik. Bu defaya özel aynı anda aynı Christie'leri okuyacağımız zaman dilimi bugün başlıyor.


 Temmuz ayının ilk haftasında okuyacağımız kitaplar. Bunların tamamı çok sevdiğim, defalarca okuyup doyamadığım romanlar olduğundan etkinliğimizin başlamasını heyecanla bekliyordum. 

Bu üç şahane kitabı bizimle okumak isterseniz kapımız açık.  

Not: Deniz'cim, Firavun Ağacı'ndaki toleransın için ayrıca teşekkürler canım.  :)

RİO [2011]

 

Henüz uçmayı bile öğrenememiş bir yavruyken, evi olan tropikal ormanlardan kaçırılıp getirilen Mavili'nin içinde bulunduğu kutu, şans eseri hırsızların kamyonetinden aşağı yuvarlanır. Merhametli küçük bir kız olan Linda, bu minik papağanı bulur, besler, birlikte büyürler. Linda'nın kitapçı dükkanın maskotu ve onun en yakın arkadaşı olan Mavili, makav türünün kalan son erkek örneğidir. Rio de Janeiro'dan gelen bir kuş bilimcinin ricası üzerine Linda ile birlikte, son dişi makavla görüşmek üzere yola koyulurlar. Mavili'nin "bir melek gibi güzel" olarak tanımladığı Harika adındaki dişi papağanla tanışmasının ardından başına gelmedik kalmayacak, karnaval selinin aktığı Rio sokaklarında heyecanlı ve tehlikeli bir koşuşturma başlayacaktır..

Daha önce Buz Devri, Kung-fu Panda gibi kaliteli yapımların üstesinden gelmiş bir firmanın garantisiyle karşımıza çıkan bir film, Angry Birds: Rio. Hırsızların kafeslediği çeşitli tropik kuşları ve birbirine zincirlenmiş Mavili ve Harika’yı kurtardığımız Angry Birds: Rio oyununu büyük bir zevkle oynamış biri olarak filmini de benzer güzellikte buldum.